Bir Yalnız Adam; Hamdi Güven...
Hamdi Murat Güven
Yaşam - 05/03/2013
Küçük Yaşta, Minik Yüreği Onca Acıyı Tatmış, Belki De Biraz Nasırlaşmıştı.








Bu yazımda sizlere 5 Mart 1986'da yani bundan tam 27 sene evvel Hakk'ın rahmetine kavuşan Dedem Hamdi Güven'den bahsetmeye çalışacağım.

Peronti(Çamlıköy) köyünün Notağante bölgesinin müezzini Hamdi dedem, her sabah ezan vakti kalkar, sabah ezanını okur, ardından abdestini alıp sabah namazını kılar, güne başlardı. Mevsim kış ise namazdan sonra sobayı yakar, çayı koyardı. Babaannem ile birlikte kahvaltı yaparlar, ardından hemen yola koyulurdu. Her sabah gidecek bir yeri, yapacak bir işi olurdu Rahmetlinin. Cumartesi günleri Arhavi pazarına köyümüz Peronti'den yayan gider, gelirdi. Çoğu zaman ona çok sevdiği dostu Şaban Şeşen amca da katılırdı. Diğer günler ya Hopa'ya ya da köyün çarşısına iner, akşama doğru elinde dolu filesiyle evine dönerdi.

Öldüğünde 84 yaşında idi. Elinde baltası, değresi, testeresi, sırtında bir bağ odunu ile öğlen yemeğine gelirken, evinin hemen aşağısındaki çaylığın kenarında fenalaşmış, yalnız başına ruhunu teslim etmişti.

-Ben arazide öleceğim, bir gün ortadan kaybolursam beni arazide arayın derdi.

Hiçbir sosyal güvencesi yoktu, emekliliği de yoktu. Yegâne geliri Çay ve Fındıktan kazandığı paraydı. Hiçbir zaman dinlenmeye vakti olmadı. Emeklilik diye birşey onun için hiç bir zaman söz konusu olamadı. Zaman zaman, -Yorgun toprağa gidiyorum;der, gür sesiyle, -Heey gidi yalan dünya;diye söylenirdi.

Çocukken yaşadığı büyük travmalardan olsa gerek, biraz sert mizaçlı idi. Çocuk yaşta annesi ve dört erkek kardeşiyle birlikte, tütün dizmek için gittikleri Fatsa'da, sıtmaya yakalanmışlar, annesi ve dört ağabeyini sıtmadan dolayı kaybetmiş, kendisi de yakalandığı sıtmadan kurtulmayı başarmış ama annesini ve kardeşlerini bilmediği tanımadığı, gurbet elde toprağa verip, kendileriyle birlikte tütün dizmeye gelen tanıdıklarının da yardımıyla tek başına Hopa'ya, köyü Peronti'ye dönmüştü Hamdi dedem.

Küçük yaşta, minik yüreği onca acıyı tatmış, belki de biraz nasırlaşmıştı.

Ben 13 yaşıma kadar görebildim dedemi. Köye gittiğimde daha çok Babaannem ile konuşur, söyleşir, dedemden hayli çekinirdim. Fakat bir yandan da o yalnız adamı izler, hayatı tek başına göğüslemesini, kendi halinde, nev-i şahsına münhasır yaşam tarzını ilgiyle izlerdim. Gündüzleri koşturan, çalışan, yorgunluk nedir bilmeyen dedem, akşam olunca gazlı fenerini yakar, komşusu Kamil Şeşen amcalara ya da evinin yanındaki kardeşi Ahmet amcalara gider, haberleri televizyondan izleyip evine gider yatardı. Kâmil amcaların evinde, ona tahsis edilmiş bir sandalyesi vardı. Her seferinde kendi sandalyesine oturur, çayını keyifle yudumlarken, bir yandan haberleri izler, bir yandan da etrafındakilerle sohbet ederdi. Ben de Babaannemle bir kenarda oturur sohbetleri ilgiyle dinlerdim. Politik söyleşiler, günlük olaylarla ilgili yorumlar, eski günlerle ilgili hatıralar hoş bir sohbetle dillendirilirdi.

Köyümüzdeki komşuluk, insanların birbirlerine verdiği değer çok özeldi. Her akşam bir evde toplanılır, misafirden asla şikâyetçi olunmazdı. Dedem bir akşam gitmese komşularına, neden gelmediği merak edilirdi.

Ben dedemin son zamanlarına tanık oldum. Geçmişte, ömrünün çoğu gurbet ellerde geçmiş, çoluk çocuğunun rızkını pek çok Hopa'lı gibi gurbet ellerde kazanmıştı. Zonguldak'ta Gardiyanlık yapmış, İzmir fuarı inşaatında çalışmış, elinden pek çok iş gelen, becerikli ve de çalışkan bir insandı. Memlekete döndükten sonra da, elindeki imkânları maksimum düzeyde kullanmaya çalışmış, çay, fındık tarımı ile evini geçindirmeyi başarabilmişti. Onca yaşına rağmen ağaçlara gençlerden daha çabuk ve çevik şekilde çıkar, çıkılması çok zor, yüksek ağaçlardan büyük bir beceriyle üzüm, armut toplar, pekmezler yapardı. Kendi pantolonunu bile kömürlü ütüsüyle kendi ütüler, kimseden birşey beklemezdi. Her namazının ardından,

-Allah'um sen beni kimseye muhtaç etma, iki gün yatağa, uçinci gün toprağa Ya Rebbi;diye dua ederdi.

Akiri testere dediğimiz, iki kişi tarafından kullanılabilen büyük testere ile tek başına kütük biçerdi.

Kendi yalnız dünyasında, kendi kendiyle arkadaş olmuş, ayaklarının üzerinde durabildiği müddetçe çalışan, hiçbir gününü boşa geçirmemiş, hayatın ona getirdiği sıkıntılarla her zaman tek başına başa çıkmaya çalışmış, ''Ne yaptun elun ile;o gelur senun ile''Atasözünü zaman zaman söyleyen ve bu ilkeye inanan bir adamdı.

Bu yalnız adam, etrafındaki insanların gözünde biraz sert ama mert, sözünü sakınmayan, doğru neyse onu söylemekten asla çekinmeyen biri olarak tanınırdı. Rahmetli Secaattin Temelkaya dedemle ilgili bir anısını şöyle anlatmıştı:

-Bir gün Mehmet Altunkaya ile beraber köyde didikva civarından geçerken Hamdi amcaya rastladık. Odun keserken yorulmuş, bir ağacın dibinde oturmuş dinleniyordu. Bizi görünce yüzümüze gülerek,

-Hele galun yanume oturun; dedi.

Biraz sohbetten sonra,

-Hayde bi beraber oy kesileyim sana soyle derduni bana turkisini soyleyelum;dedi. Üçümüz beraber yüksek sesle bu türküyü söyledik.

Secattin amca bu anısını anlattığında çok şaşırmıştım. Dedem, o sert mizaçlı adam demek türkü bile söylemişti. Dedemin türkü söylediğini hayal etmeye çalıştım ama hayali bile zordu benim için. Acaba ne olmuştu da bu kederli, yalnız adam birden neşelenip türkü söylemek istemişti. O türküyü söylerken yanında olmayı, onu dinlemeyi çok isterdim. Oldukça güzel tok bir sesi vardı. Ben onun sesini sadece ezan okurken duyabiliyordum.

Ölümünden iki ay kadar evvel, köye gitmiştim. Eve vardığımda dedem avluda oturmuş istavrit balığı ayıklıyordu. Karşısındaki ahşap oturağa oturdum, babaannemi sordum. Babaannen Sevdiye halana Hopa'ya gitti dedi. Babaannem olmadan ilk kez köyde kalacaktım. Çekingen halimi gören dedem, benimle sohbet etmeye başladı. Konuştukça açıldım.

-Dedem sandığım kadar da sert mizaçlı biri değilmiş;dedim kendi kendime. Uzun uzun sohbet ettik. O an anladım ki, her gelişimde babaannemle sohbet ettiğim, onunla çok daha iyi anlaştığım, dedemden çocukça çekindiğim için o güne kadar hiç sohbet edememiştik. Babaannemin olmaması dedemle sohbet etme olanağı verdi bana. Ayıkladığı balıkları fırına verip bir güzel pişirdi, beraberce yedik. Çorba dışında her yemeği elle yerdi dedem.

-Çatal kaşıkla yediğim yemekten tat alamıyorum;derdi. Sohbetimiz epeyce uzun sürdü. Bu gizemli adamın iç dünyasına bir adım daha yaklaşmıştım. O da beni daha yakından tanıma fırsatı buldu belki de. Uzaktan uzağa izlediğim bu yalnız adam o kadar da sert değildi sanki.

Derken iki ay sonra 5 mart 1986 günü, orta ikinci sınıfta iken, matematik dersinde, nöbetçi öğrenci sınıfa girdi ve benim adımı söyleyerek Müdür yardımcısının beni çağırdığını söyledi. Ben büyük bir merak içerisinde Müdür yardımcısının odasına gittiğimde bana:

-Oğlum seni evden çağırıyorlar, acele eve gitmen lâzımmış dedi. Ben heyecan ve endişeyle eve doğru koşar adımlarla giderken kız kardeşim beni yolda karşıladı ve:

-Abi dedem ölmiş; dedi. Ben şaşkınlık içinde, olduğum yerde kalakalmıştım. Yeni yeni tanımaya, sohbet etmeye başladığım dedem vefat etmişti. Yalnız adam, evinin yakınında çaylığın kenarında kendi kendine ölmüştü. Her şeyi tek başına yapmayı seven, kendi işini hep kendi gören dedem, Arhavi'ye, Hopa'ya yalnız ve yürüyerek giden adam Hakk'a da yalnız yürümüştü. Köye gittiğimde halamlar, annem, babam, dedemin diğer torunları yani kuzenlerim ve köydeki akraba ve komşularımızdan oluşan bir kalabalıkla karşılaştım. Evin etrafındaki mandalina ağaçlarının altına dayadığı direkler, avluda kestiği odunlar, çizmeleri, baltası ve bazı eşyaları duruyordu. Cenazeye gelenlerin aralarında konuştuklarına kulak misafiri oluyordum arada:-Ey gidi Hemdi emica, çok mert adam idi. . .

Bir Yalnız Adam, Dedem Hamdi Güven ölmüştü. Tam da birbirimizi yeni yeni tanımaya başlamışken kaybetmiştim bu koca yürekli adamı. Keşke biraz daha konuşabilseydik, keşke biraz daha dertleşebilseydik. Büyüklerimizin kıymetini yaşarken daha çok bilebilsek keşke. Bize lütfedilen güzelliklerin farkına daha erken varabilsek. Omuzlarında keder yüklü insanları daha kolay anlayabilsek ve daha çok dokunabilsek, yanı başımızda olmalarına rağmen farkında bile olmadığımız hayatlarına. . .

Peronti'de bir sabah. . .

Sabahın erkenden kalkmıştı dedem,

Yine şafak vakti önce bülbülden.

Horoz sesi peşisıra gelirdi,

Sevgili dedemim ezan sesinden. . .

Kurulurdu sofra sonra şafaktan,

Dedem, Ninem çökmüş iki yanına.

Yudumlanırken çay derin bardaktan,

Odun ateşi yansıyor alınlarına. . .

Hacı dedem kalktı ilkin sofradan,

Güneşle birlikte koyuldu yola.

Gözlüğü buğu yapmıştı ayazdan,

Sırtı kambur ama güçlüydü halâ. . .

Ninem gene yalnız köhne evinde,

Dilinde bir destan, gözleri mahmur.

Yılların tortusu var çehresinde,

Yanakları al al, elleri hamur.

Yazan: Hamdi Murat Güven



comments powered by Disqus

Hopam.com'un notu: Okuduğunuz köşe yazısı sitemize 05.03.2013 tarihinde Hamdi Murat Güven tarafından girilmiştir. Metnin yazım kurallarına ve etik teamüllere uygunluğu, içeriğinin doğruluğu ve tarafsızlığı Hopam.com tarafından garanti edilmemektedir. Bununla birlikte, köşe yazısı metni veya ilgili diğer materyalleri kısmen ya da tamamen kopyalanması, yayımlanması, uyarlanması, çevirisinin yapılması, değiştirilmesi ve başka yayın organlarında paylaşılması söz konusu yazarın iznine tabidir.
Hamdi Murat Güven Arşivi
 » Bir Çocuğun Gözünden 12 Eylül...
 » Atmacacılığı Bir De Benden Dinleyin...
 » Ben Kâzım Koyuncu......
 » Bu Dünya'dan Bir Şemsettin Aşık Geç...
 » Sundura'dan Ortahopa'ya Yürümek......
 » Gurbette Kadın Olmak......
 » Hopa'da Ramazan......
 » Ve Birand Bir Anda......
 » Yaşamaya Dair......
 » Hopa'da Sonbahar......
 » Atmacacılığı Bir De Benden Dinleyin...
 » Büyümez Ölü Çocuklar......
 » Hopa'da Ramazan...
 » Şair, Yazar, Ressam... Hepsinden Ön...
 » Şengün Güven...
 » Sekiz Yaşındaki Küçük Kenan...
 » Çocukluğuma Gittim Bu Fotoğraflara...
 » Kemençeci Küçük Muzaffer Amca...