Sevgili hemşehrilerim bundan böyle hayata dair, insana dair, sevgiye, hasrete dair yazılarımı sizlerle bu köşede naçizane paylaşmaya çalışacağım. Bana bu imkânı veren saygıdeğer Hopam. com yöneticilerine sonsuz teşekkürlerimi sunuyor, daha önce yazmış olduğum Kemençeci küçük Muzaffer adlı yazımı sizinle paylaşmak istiyorum, sevgiyle kalın. . .
Şöyle başlar tok bir ses: Ölüm ilanı !. . .
Bu sesi duyan Hopalılar hemen dikkat kesilirler acaba gene kim öldü diye. Sonra devam eder ilan okunmaya; falancanın babası falancanın amcası filanca vefat etmiştir, dost ve akrabalarına teessürle duyurulur diye sonlanır hoparlördeki tok ses.
Geçenlerde yine belediyenin hoparlöründen aynı ses yükselmiş, ölüm ilanı diye başlamış ve peşinden -Kemençeci küçük Muzaffer vefat etmiştir dost ve akrabalarına teessürle duyurulur; diye sonlanmış ilan. - Kimdir bu Kemençeci küçük Muzaffer; diye soranlar olmuş tabii birbirine.
Ben size anlatayım kemençeci küçük Muzaffer amcayı. Vefat ettiğinde 80'ini aşmıştı yaşı, çoğunluğu yapayalnız geçen bir ömürden bahsediyoruz. Bildiğim kadarıyla hiç evlenmedi küçük Muzaffer amca, uzun zaman Peronit'te (Çamlıköy) yaşadı, babamın dayısının yanında çalıştı, kendisine tahsis edilen bir odada kalmaktaydı. Benim çocukluğumun palyaçosuydu Küçük Muzaffer amca. Küçük derken boyu epeyce kısa olduğu için küçük Muzaffer derlerdi. Ben çocukken bana türlü mimiklerle şaklabanlıklar yapar, kalabalık bir yerde isek herkes kendi halinde iken o kalabalığın arasından gözleri beni arar bulur, beni güldürecek eğlendirecek şeyler yapardı. Çocukken onu her görüşümde dikkat kesilir, acaba gene ne yapacak; diye heyecanla takip ederdim. En büyük merakı radyolar ve pilli el fenerleriydi Küçük Muzaffer amcanın. Kazandığı parayla gider bir radyo alır, gittiği her yere götürür, elinden hiç düşürmezdi. Ona elinde radyoyla rastlayanlar, Muzaffer gene değiştirmişsin radyoyu, bu kaçıncı radyon; diye takılır, o da elindeki radyonun özelliklerini heyecanla anlatır, birkaç hafta sonra o radyodan da sıkılır, aldığının yarı fiyatına onu birine satar, gider yeni bir radyo alırdı. Radyoları pilli olurdu genelde, bazen bir ağacın altında, bazen de denizin kenarında dinlerdi radyosunu. Ara sıra kemençesiyle eşlik ederdi çalan Karadeniz havasına. Çok güzel kemençe ve kaval çalardı küçük Muzaffer amca.
Bir de pilli el fenerlerine merakı vardı, köyde babamın amcasının evine oturmaya gelir, orada diğer misafirlerin cam kenarına dizili el fenerlerini dikkatle inceler, kendi fenerleriyle karşılaştırır, hangisinin ışığı daha iyi diye yarıştırırdı.
Küçücük dünyasında kemençesi, kavalı, radyoları, el fenerleriyle yaşayıp giderdi küçük Muzaffer amca. Son gördüğümde Kuledibi mahallesinde bir göz bir evde kaldığını söylemişti, elinde bastonu, üzerinden hiç eksik etmediği ceketiyle her zamanki sevimliliğinden hiçbir şey kaybetmemişti.
Aslen Rizeliydi Laz değildi ama ana dili gibi Lazca konuşurdu küçük Muzaffer amca, çok genç yaşta Lazların arasına katıldığı ve ömrünün büyük bölümünü Lazların arasında geçirdiği için gayet güzel Lazca konuşurdu. Türkçeyi ise yine Rize şivesinde konuşurdu. Oldukça hazırcevap bir insandı, bir keresinde babam çok samimi olduğu için ona şöyle takılmıştı:
- Muzaffer ben otururken sen ayakta iken bile ayni boydayiz ne kadar kisa boyun var, deyince o da babama dönüp aynen şöyle cevap vermişti:
- Sen uzunsun da gökten altun mi toplayisun?
Her insanın dünyada doldurduğu bir boşluk var, her insanın yokluğu, eksikliği mutlaka hissediliyor hayatta. Velhasıl uzun ince bir yoldayız gidiyoruz gündüz gece, hayat, yalnız veya beraber, yoksul veya zengin, dertli veya dertsiz, hasta veya sağlıklı, mutlu veya mutsuz tükenip gidiyor işte. Bence önemli olan yaşanan anların kıymetini yaşarken bilebilmeliyiz, eskidikçe kıymetli olmamalı her şey.
Kemençeci küçük Muzaffer amca da yaşayıp gitti işte sessiz sedasız, çok fazla kimsenin farkında olmadığı ama bir ömür süren yalnızlığıyla birlikte. Geride bıraktığı kemençesi, kavalı, radyosu, el fenerleri ve güzel hatıraları ile. Her gece yapayalnız uzandığı yatağının başucunda bıraktı ona arkadaşlık eden cansız ama canlı gibi hayat arkadaşı eşyalarını. Uzandı mezarına küçücük boyuyla, hiç yadırgamadı yalnızlığı çünkü hep yapayalnız uzanırdı yatağına her gece. Ölüm onun için bir ayrılıktan, bir yalnızlıktan çok, kemence çalamamak, radyo dinleyememekti belki de, bir de kafası bozulunca çekip gidememek dilediği yere. . .
Hopam.com'un notu: Okuduğunuz köşe yazısı sitemize 26.06.2012 tarihinde Hamdi Murat Güven tarafından girilmiştir. Metnin yazım kurallarına ve etik teamüllere uygunluğu, içeriğinin doğruluğu ve tarafsızlığı Hopam.com tarafından garanti edilmemektedir. Bununla birlikte, köşe yazısı metni veya ilgili diğer materyalleri kısmen ya da tamamen kopyalanması, yayımlanması, uyarlanması, çevirisinin yapılması, değiştirilmesi ve başka yayın organlarında paylaşılması söz konusu yazarın iznine tabidir.
Önemli Notlar:
1. Hopam®.com sayfalarında yayınlanan yazılardaki fikirler, yorumlar ve görüşler, Hopa'da yaşayan insanları, Hopa'nın herhangi bir kamuya ait veya özel bölümünü ya da idari yapısını, herhangi bir etnik/politik gurubu, veya diğer ilgili hiçbir özel/tüzel kişiliğini hiçbir şekilde bağlamamaktadır.
2. Sitemiz rengini doğadan aldığından bünyesinde sürekli evrimsel bir değişim ve dönüşüm hali barındırır.
3. Sitede yayımlanan tüm içerik, kısmen ya da tamamen kopyalanarak başka bir yerde kaynak gösterilerek kullanılabilir. Bunun için gerekli ve yeterli koşul, söz konusu içeriği sitemize ekleyen kullanıcının bu doğrultuda izin vermiş olmasıdır.
4. Üyelerimizin, ekledikleri her türlü içerik hakkında sorumlu olduklarını varsaymaktayız. Takip et: @hopam
Tweetle