1983 yılıydı. Sundura mahallesindeki 14 Mart İlkokulu'ndan yeni mezun olmuş, Ortahopadaki, birçok büyüğümün de zamanında okumuş olduğu eski Atatürk Ortaokulu'na başlamak üzereydim. Daha önce evime fazla uzak olmayan, yürüyerek on onbeş dakikada gidebildiğim ilkokulumdan sonra ortaokul, koskoca Hopa çarşısını geçip, epeyce yürüdükten sonra varabileceğim uzak bir yerde idi. Çocukluğun da verdiği cesaretsizlikle bilmediğim, çok fazla gitmediğim bir yerde, ortahopada idi Atatürk Orta Okulu.
Okulun uzaklığı bir yana, her derse ayrı bir hocanın gireceği, başka ilkokullardan tanımadığım çocukların olacağı bir kalabalığın içerisine girmek de ayrı bir heyecan veriyordu çocuk yüreğime.
Derken gün geldi, okul günleri başladı. İlk gün çoğunu tanımadığım arkadaşlardan oluşan sınıfta ürkek, tedirgin, bir o kadar da meraklı bakıyordum etrafıma. Bir arkadaş geldi yanıma, benimle sohbet etti, tanıştık, kaynaştık. Gün geçtikçe okulumu ve arkadaşlarımı sevmeye başlamıştım. Sıra arkadaşım çok iyi bir dost idi. Yıl boyu beraber aynı sırada oturduk, çok iyi anlaşıyorduk. Adı Murat Çepoğlu idi. Halâ görüşürüz.
Benim için ayrı bir macera, ayrı bir deneyimdi Sundura'dan Ortahopa'ya okula gidip gelmek. Hopa'yı baştan başa kat etmek, çarşının içinden geçmek çok güzeldi.
Her sabah erken saatlerde evden çıkar, yürümeye başlardım. Sundura köprüsüne geldiğimde sert rüzgâr karşılardı beni çoğu zaman. Köprü bitiminde gazete bayii Cengiz amcanın (Alibaşoğlu) kulübesi erkenden açılmış olurdu. Günlük gazetelerin taze kâğıt kokusunu duyardım. Biraz ilerisindeki Altunsoy petrolden de benzin kokusu karışırdı taze kâğıt kokusuna. Yürümeye devam ettiğimde Secaattin amcanın berber dükkânı çıkardı karşıma. Selam verir, biraz ayaküstü sohbet eder devam ederdim yoluma.
Secaattin amca köyümüz Çamlıköy'ün postacısı gibiydi. Gurbetten yakınlarına mektup yazan köylüler adres olarak hep Secaattin amcanın berber dükkânını verirlerdi. Bütün mektupların üzerinde Secaattin Temelkaya eliyle yazardı. Politikaya son derece meraklı bir insandı. Berber dükkânında etrafındakilerle çoğu zaman politik söyleşiler yaparlardı. Hemen yanındaki Cant lokantasından mis gibi yemek kokuları gelirdi. Sahil boyu yoluma devam ederken etrafta yeni yeni açılan dükkânların vitrinlerine baka baka yürürdüm. İnönü caddesinde bir spor mağazası vardı. Her seferinde onun önünde durur, vitrindeki meşin topa bir gün benim olmasını dileyerek hayran hayran bakar, spor ayakkabılarının, eşofmanların büyüleyici güzelliğinden kendimi alamazdım. Yoluma devam ederken az ileride, iskelenin tam karşısında Güven bakkaliyesinin önünden geçerken sahibi yaşlı amcanın dükkân önündeki meyve sebze kasalarını her sabah düzenlemesine şahit olurdum.
Deniz hemen yanı başımızda idi, aramızda kocaman kayalar yoktu. Dalgaların sesi eşliğinde yürümeye devam ederken okulun hemen karşısındaki Hopa hapishanesinin önüne geldiğimde dar pencereden bakan, küçük el radyolarını demir parmaklıklı pencerenin önüne koymuş, radyonun antenini dışarıya, özgürlüğe uzatmış radyo dinleyen, sabahın erken saatleri olmasına rağmen sigaralarını derin bir iç çekişle birlikte radyonun anteninin üzerinden dışarıya, özgürlüğe salan mahkûmları görürdüm. Bu adamların hepsi kötümüdür, aralarında iyiler de var mıdır diye kendi kendime sorardım. Nazım Hikmet'in de zamanında yatmış olduğu eski Hopa hapishanesi çoktan kaldırıldı oradan.
Okul iki katlı, oldukça eski, kalın taş duvarların üzerinde, hemen yanında zamanında uzak köylerden gelen öğrencilerin kalabilmesi için tek katlı bir pansiyonu olan, diğer yanında ise yeni yapılmış, laboratuar elişi ve iş ve teknik derslerini yaptığımız bir bina daha vardı. Öğlen saatlerinde okuldan eve dönüş için tekrar yola koyulurdum. Şimdiki iş hanının olduğu yer boş bir araziydi. Oraya kamyonlar park ederdi. Hemen yukarısında Yıldız sineması vardı. Cüneyt Arkın'ın vurdulu kırdılı filmlerini izleyen gençler sinemadan çıkarken filmin de etkisiyle kasıla kasıla yürürlerdi.
12 eylül ihtilalının üzerinden üç yıl geçmiş, secimler için hazırlıklar başlamıştı. Bir gün yine okuldan eve dönerken şimdiki işhanı olan boş arazide elli altmış kişilik bir kalabalık gözüme ilişti. Merakla oraya doğru yürüdüğümde kalabalığın ortasında bir kürsüde konuşan orta yaşlı bir adam gördüm. Etrafındaki kalabalığın arasında Rahmetli dedem Hamdi Güven de vardı. Rahmetli dedem politikayla oldukça ilgili bir insandı. Elinde bastonuyla kürsüde konuşan adamı pür dikkat dinliyordu. Dedemin dikkatini çekmeye çalıştım, karşısına geçtim, kendimi göstermek için biraz uğraştım ama dedemin gözü konuşma yapan kişiden başkasını görmüyordu. Dedemin beni göremeyecek kadar meşgul olduğunu anladıktan sonra ben de konuşan kişiyi dinlemeye başladım. Kürsüdeki kişi Anavatan partisi Artvin milletvekili adayı Nevzat Bıyıklı idi. Hararetle etrafındaki kalabalığa hitab ediyor, kalabalığın umut dolu bakışlarına kulağa güzel gelen vaatlerle karşılık veriyordu. Merakla konuşmayı dinledim. O zamanki konuşmadan aklımda kalan ve oldukça dikkatimi çeken bir bölümü her zaman hatırlarım:
-Sevgili hemşerilerim beni milletvekili seçip Ankara'ya göndereceksiniz inşaallah. Bütün samimiyetimle söylüyorum milletvekili olduğum zaman beni ziyarete her zaman gelebileceksiniz. Evim sizin eviniz olacak. Buzdolabımın kapısını tekmeyle açıp tekmeyle kapatacaksınız.
Çocuk aklımla daha o zaman siyasetin zaman zaman ne kadar uçuk bir şey haline gelebildiğine şahit olmuştum. Velhasıl Hopa çarşısını bir baştan bir başa yürümek tadına doyamadığım güzel bir maceraydı. Şimdiki gibi park etmiş araçlar yüzünden adım atılamayacak halde değildi Hopa çarşısı. Denizle koyun koyuna yaşamak çok güzeldi. Ne yana baksanız bir tanıdık görürdünüz. Küçük yerlerde yaşamanın doyulmaz tadına varırdınız. Pazartesi ve perşembe günleri büyük meyve sebze pazarı kurulur, satıcıların gülünç, hayat dolu bağırışları farklı bir tat katardı pazar yerine.
Siyah beyaz televizyonların yerini yeni yeni renkli tv'ler almaya başlamıştı. İlk renkli tv'yi gördüğümde hayranlığımı anlatacak kelime bulamadım. Her zaman severek izlediğim çizgi film Şirinler'in renklerinin mavi olmasına çok şaşırmıştım.
Sundura köprüsünün başında dolmuş durakları vardı. Çamlıköy dolmuşları ile zaman zaman köye giderdim. Dolmuş dolmadan hareket etmezdi. Dolmasını beklerken içindeki köylülerin sohbetlerine şahit olurdum. Sohbetin çoğu ya politika ile ya da benzin zammı ile ilgili olurdu. Köylülerin arasındaki şakalaşmalar çok güzeldi. Hayat şimdikine göre daha zor ama daha keyifli idi. Mutlu olmak için gerekenler şimdiye göre çok daha azdı. Mutluluk şimdiki kadar pahalı, ulaşılması zor bir şey değildi.
Ertesi yıl ortaokul yenisi yapılmak üzere yıkıldı, biz de Sundura mahallesindeki evimize çok da uzak olmayan liseye taşınıp orada eğitim görmeye başladık. Hopa çarşısını her sabah baştan sona kat ettiğim o güzel, zevkli yürüyüşüm bir yıl sürmüştü. O yıl hayatımda her zaman hatırlayacağım güzel anılarla dolu bir yıl oldu.
Hopam.com'un notu: Okuduğunuz köşe yazısı sitemize 08.01.2014 tarihinde Hamdi Murat Güven tarafından girilmiştir. Metnin yazım kurallarına ve etik teamüllere uygunluğu, içeriğinin doğruluğu ve tarafsızlığı Hopam.com tarafından garanti edilmemektedir. Bununla birlikte, köşe yazısı metni veya ilgili diğer materyalleri kısmen ya da tamamen kopyalanması, yayımlanması, uyarlanması, çevirisinin yapılması, değiştirilmesi ve başka yayın organlarında paylaşılması söz konusu yazarın iznine tabidir.
Önemli Notlar:
1. Hopam®.com sayfalarında yayınlanan yazılardaki fikirler, yorumlar ve görüşler, Hopa'da yaşayan insanları, Hopa'nın herhangi bir kamuya ait veya özel bölümünü ya da idari yapısını, herhangi bir etnik/politik gurubu, veya diğer ilgili hiçbir özel/tüzel kişiliğini hiçbir şekilde bağlamamaktadır.
2. Sitemiz rengini doğadan aldığından bünyesinde sürekli evrimsel bir değişim ve dönüşüm hali barındırır.
3. Sitede yayımlanan tüm içerik, kısmen ya da tamamen kopyalanarak başka bir yerde kaynak gösterilerek kullanılabilir. Bunun için gerekli ve yeterli koşul, söz konusu içeriği sitemize ekleyen kullanıcının bu doğrultuda izin vermiş olmasıdır.
4. Üyelerimizin, ekledikleri her türlü içerik hakkında sorumlu olduklarını varsaymaktayız. Takip et: @hopam
Tweetle