Hopa Ödp "12 Eylül'e Ve Akp Anayasasına Hayır" Paneli Düzenledi

06/09/2010 18:02

Hopa'da Düzenlenen Panelin Konuşmacısı Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu İdi.


Haber: Hayati Akbaş







Hopa ÖDP İlçe Örgütü tarafından "12 Eylül'e ve AKP Anayasına Hayır" paneli yeni Emre düğün salonunda düzenlendi. Kalabalık bir topluluk tarafından izlenen paneli Hopa Belediye başkan vekili Hakan Gül, CHP İlçe Başkanı Fehmi Ustabaş, Artvin, Hopa ve çevre ilçelerden gelen vatandaşlar ve Hopalılar ilgiyle izledi.

Hopa ÖDP İlçe Başkanı Nefise Yenigülün açılış konuşması ile başlayan panel'de Yenigül tam katılımcılara "Hoş geldiniz" dedi.

ÖDP Parti Meclisi üyesi ve eski ÖDP Genel Başkanı, Marmara Üniversitesi Öğretim üyesi Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu sunumunu yaptı. Kozanoğlu ÖDP Genel Başkanı olduğu dönemde Hopa'ya çok sık geldiğini ifade ederek "Nerde bir Hopa sözü ve sohbeti geçse hemen ilgimi çeker sohbete katılırım. Kendimi burada asla yabancı gibi hissetmiyorum. İçinizden biri, bir hemşeriniz olarak beni görün" diyerek konuşmasına başladı.

Kozanoğlu konuşmasında şunları söyledi. Bana zul gelen; 12 Eylül darbesinin en acımasız işkencelerinden geçmiş, bu düzeni değiştirmek için ağır bedeller ödemiş bazı arkadaşlarımızın karşı cenahta yer alıyor olmaları. Onlarla, ‘malumun ilamı‘ gibi gelen solun, devrimciliğin ABC‘sini bunca yıldan sonra tartışmak zorunda kalmak eni oldukça üzüyor. Yanlış anlaşılmasın, üzüntüm ‘muhafazakâr-liberal‘ ittifakın ‘organik aydını‘ statüsü kazanan kurmayları için değil. Daha önlerinde onca ikbal kapısı bulunanları; ideolojik hegemonyayı sağlamlaştırmak için medyada, think-tank kuruluşlarında, akademyada fikrine ihtiyaç duyulacakları. Kastetmiyorum.

Hüznümün kaynağı, 12 Eylül mağdurlarına atfedilen sahte gözyaşları seferberliğinde bir defalık ‘selpak‘ vazifesi görenler. Ne diyelim artık sağlık olsun, ileride gerekirse onları yine biz hatırlarız, dertlerini en iyi biz anlarız. . .

1) Referanduma konu olan Anayasa taslağı AKP patentlidir. Bırakın meclis dışı partileri, sendikaları, meslek odalarını, demokratik kitle örgütlerini, parlamentoda temsil edilen siyasi partilerin dahi görüşüne başvurulmadı, ‘partiler arası uzlaşma süreci" işletilmeden tepeden inme dayatıldı.

Bu arada, uzmanlara hazırlattığı AKP‘nin kendi ‘sivil anayasa taslağı‘ da sırra kadem bastı, akıbeti hakkında bilgi alınamadı. Katılımdan, demokratik müzakere süreçlerinden uzak bu niteliğiyle Anayasa bir ‘toplumsal uzlaşma‘ metni sıfatına layık değildir, içeriğine bakılmaksızın sırf biçim yönünden bile "hayır" cevabını hak etmektedir.

2) 1982 Anayasası o korku ve panik ortamında ‘kahir ekseriyetle‘ kabul edilirken, zamanın korku imparatoru tahtını ‘Evren‘ işgal ederken her türlü riski göze alıp, şeffaf zarflara aldırış etmeksizin yüzde 8. 63 ret oyunu çıkartma onuru büyük ölçüde bu ülkenin solcularına, sosyalistlerine, devrimcilerine aittir.

"Aynı suda iki kez yıkanılmaz"; biz baba Bush benzeri, 1982 baba Anayasası‘na en zor zamanlarda hayır dedik.

Aynı ruhu taşıyan yavru 12 Eylül Anayasası‘na, 12 Eylül juniora da hayır diyeceğiz. Peki, Tayyip Erdoğan ve şürekası, anlı şanlı Fetullah Hoca 1982‘de ne yönde oy kullandı? Eğer "evet" demişlerse, pek açık, darbecilere suç ortağı olmuşlardır. Velev ki "hayır" demişlerse, anlaşılır ki o dönemlerde kitle tabanları ‘sıfırmış‘. Bu da 12 Eylül‘ün bir ürünü olduklarının, bu dönemde serpilip, palazlandıklarının açık kanıtıdır.

3) "Bizim AKP kompleksimiz yok, ortadaki Anayasaya bakarız" tavrı, post-modernizmin en uç noktasına savrulmanın en bariz işaretidir. Sosyalistler Anayasa dahil hiçbir ‘tekst‘e tarihsel süreçlerden, sınıfsal dengelerden, o metni ortaya koyan öznenin amaç ve çıkarlarından bağımsız ‘anlamlar‘ atfedip, ‘şeyleştirmezler. ‘ "Metin mesajın kendisidir" savruluşuyla, Anayasaya zamandan, bağlamdan, içinde bulunulan siyasal konjonktürden bağımsız bakarsanız haliyle, "AKP niye bu metni, bu zamanda Türkiye toplumunun önüne koyuyor?" sorusunu sorma zahmetine katlanmazsınız.

Bir zamanlar tarihsel materyalizm diye bir şeylerden söz edildiğini de hatırlamazsınız. Bu sorulara eşitlikten-özgürlükten yana cevap arayanlara da, muhafazakâr-liberal koalisyonla benzer bir Türkiye ve dünya tahayyülünü paylaşmayanlara da haliyle "hayır" demek düşer.

4) Sureti haktan görünüp, "Anayasa tartışmalarını kamplara bölünüp, evet/hayır cephelerine ayrılmadan yapalım. Hamasetten kaçınalım, madde madde konuşalım" yaklaşımı da bugün bir ‘boş gösterene‘ tekabül ediyor. ‘Ala carte‘ listeden madde madde seçim yapma özgürlüğü AKP tarafından milletin elinden alınmış, yurttaş "yersen" diyerek yavan bir ‘tabldota‘ mahkûm edilmiştir. Zaten asıl amaç tatlandırıcılarla, keyiflendiricilerle, placebolarla bu bulamacı yutturmak, HSYK ve AYM üzerinde denetim sağlayarak yargıyı ele geçirmektir. Örnek mi? Kadınlara ‘pozitif ayrımcılık‘ maddesiyle göz boyama. Pozitif ayrımcılığın ancak kota uygulamasıyla anlam kazandığını, temennilerin işe yaramadığını bizim ÖDP‘li kadınlar pekiyi bilir. Kota olmadan söylem kalabalığının karşılığının bulunmadığını da acı deneyimleriyle öğrenmiş olmalı bazı eski kadın arkadaşlar…

"Evetçi" eski solcularda bir de kibarlığa davet mahiyetinde, "ötekileştirmeden tartışalım" söylemi var.

Kimse onlara hatırlatmıyor mu, olur olmaz kullanılan ‘öteki‘, sömürgecilik sonrası (post-colonial) literatüre ait bir kavramdır. Batıda emperyal güçlerin ezdiği, dışladığı, yok saydığı ‘madunlar‘ için kullanılır. Kimin haddine düşmüş, Recep Beyleri, Çankaya Gülünü, Fetullah Efendileri; Amerikan emperyalizmine arkasını dayamış, ülkede gücü ve serveti elinde bulunduran ‘muktedirleri‘ ve onların solcu yol arkadaşlarını ötekileştirmek.

5) AKP‘nin Anayasa hamlesi, özünde yürütmenin yargı üzerindeki egemenliğini sağlamlaştırıp, Türkiye toplumunu ‘domuz bağıyla‘ dertop etme harekâtıdır. Bu nedenle HSYK‘da, Anayasa Mahkemesi‘nde rakiplerin kim olduğunun fazlaca bir önemi yoktur. Çankaya‘yı ele geçiren; yasamayı ve yürütmeyi zaten hâkimiyetinde bulunduran; bürokrasiyi kademe kademe teslim alan; üniversite rektörlüklerine birer birer yandaşlarını atayarak akademyayı sessizleştiren, YÖK‘ü her zamankinden güçlü hale getiren; polis ve istihbarat marifetiyle ülkeyi bir korku imparatorluğuna adım adım yaklaştıran; RTÜK sopası yanında, baskı ve yıldırmayla medyayı Özal‘ın ‘ikibuçuk medya‘ özlemine rahmet okutacak duruma düşüren, ‘muhafazakâr-liberal‘ ittifak bu referandumla iktidarını kalıcı hale getirmek, hegemonyasını daim kılmak hamlesi içindedir. Bu anlamda hegemonik gücü bulunmayan, adım adım geriletilen güçlerin bir takım mevzilerini korumasının kıymet-i harbiyesi fazla değildir.

6) Eşitlikçi ve özgürlükçü bir Anayasa talebiyle toplumsal düzeni emekçi sınıflar lehine kalıcı bir biçimde değiştirmeyi, mülkiyet ilişkilerini dönüştürmeyi, NATO ve IMF dahil emperyalizmin kurumlarından kopuşu amaçlayan devrimcilerin, diyelim nisbi demokratik bir tartışma süreciyle oluşan ‘reformist‘ bir anayasaya dahi "hayır" verme hakları vardır, "gerçekçi ol daha fazlasını iste" şiarıyla. Bırakın böyle baskıcı, toplumun demokratik reflekslerini iyice zayıflatan, 12 Eylül ruhunu hortlatan bir anayasayı elinin tersiyle itmeye.

7) Seçime bir yıldan az bir süre kala, meşruiyetini tazelemiş yeni meclisin önünde yeni bir Anayasa hazırlama fırsatı varken, toplumun neden referandum cenderesine sokulduğunu sorma hakkımız da bulunuyor. Böyle bir zamanlama ise, ister istemez referandumu AKP‘nin 8 yıllık icraatının oylanması fırsatı haline getiriyor. İyice palazlanan İslami sermaye, ahreti beklemeden cenneti dünyada tatma fırsatı bulan tarikat ve cemaat erbabı, özellikle TMSF medyasını arpalık belleyen liberal zevatın ve de kendilerine AKP kanatları altında bir gelecek arayan ‘muteber solcuların‘ "evet" deme gerekçeleri vardır. Ya işsizlerin, emeğiyle geçinenlerin, neoliberal düzenin mağdur ettiği küçük tarım üreticilerinin, kadınların, Kürtlerin, Alevilerin…

8) Referandum sürecini değerlendirirken düşülecek bir tuzak da; Türkiye toplumu ve dünyayı değerlendirişleri, yaşamın başka alanlarındaki tavırları farklı, ‘birbirine benzemezlerin‘ ‘hayır ve evet‘ cephelerinde bir araya geldiği şablonu üzerinden tartışma yürütmektir.

Eğer bu anayasayı içinize sindiriyor, bir ‘toplum sözleşmesi‘ niteliğinde buluyorsanız; hukuk, siyaset, toplum üzerine ortak paydalarınız oldukça fazla demektir. Nitekim ana eksenini AKP‘nin oluşturduğu muhafazakâr-liberal cephenin hiçbir bileşeninin ne BBP‘nin, Ökkeş Şendiller‘in, ne de liberal güruhun muhafazakâr statükoya, dinci vesayete meyletmeleri ne bir evetle başladı, ne de bir evetle son bulacak gibi görünüyor.

Gramsci‘nin deyimiyle bir ‘tarihsel blokla‘ karşı karşıyayız. Buna karşın, bir şeyi reddederken, bu örnekte anayasayı fazlaca ortak noktanız bulunması, bu nedenle sizle aynı safta yer alanlar nedeniyle komplekse girmek gerekmez.

9) Solcular, sosyalistler, bir konuyu değerlendirirken işin özüne, temel niteliğine bakarlar, o çok aşina olduğumuz ‘son tahlilde‘ ifadesiyle de nihai kararı verirler. Bizim için burada da temel kriter, düzen partilerinin politikalarına yedeklenmeden bir anayasanın daha eşitlikçi-özgürlükçü bir Türkiye‘nin önünü açıp açmayacağı, emekçilerin/ezilenlerin çıkarlarına hizmet edip etmeyeceğidir. Aksi takdirde, post-modern bir tavırla, birbirinden kopuk, iliştirilmiş maddeler marifetiyle ‘herkesin ağzına bir parmak bal çalma‘ stratejisine teslim oluruz.

Kreması bozuk bir pastanın üzerine nefis çilekler, tüm tüm Antep fıstıkları koyarak o pastanın niteliğini değiştiremezsiniz. Aksine, aksesuarın cazibesine kapılıp da daha kalın dilimleri gövdeye indirenlerin mideleri daha fazla bozulur. Öyleyse bu anayasanın süsü 15. maddenin efsununa kapılıp bozuk pastayı da, dolmayı da yutmak için hiçbir neden bulunmuyor.

10) Konunun tüm güvenilir uzmanları kamu çalışanlarına ‘toplu görüşme‘ yerine ‘toplusözleşme‘ hakkının tanınmış olmasının bir anlam ifade etmediğini, grev hakkı içermeyen bir kolektif hakkın fiili karşılığı bulunmadığını açık seçik gösterdiler. Bir an için hükümetin geri (aslında ileri) adım attığını, grev hakkını da anayasaya koyduğunu farz edelim.

KESK üyesi bir kamu çalışanı olarak benim hemen "evet" cephesine geçmem mi gerekir, yoksa resmin tümüne bakarak karar vermem mi? Bürokraside kadrolaşmanın alıp yürüdüğü, terfi ve atamalarda liyakat kriterinin yerine cemaat mensubiyetlerinin uygulandığı kamu sektöründe grev silahı ne denli etkili olacaktır?

Yargı tamamen yürütmenin egemenliğine girerse, uyuşmazlık halinde mahkemelerden ne ölçüde hakkaniyetli bir karar umut edebilirim? Hükümet güdümünde bir medya aracılığıyla grev halinde sorunlarımın, taleplerimin, mücadelemin objektif biçimde kamuoyuna yansıtılmasını bekleyebilir miyim?

Soruları uzatmaya gerek yok, tek tek haklar ancak demokratik ve özgürlükçü bir ortamda diğer haklarla birleştiğinde karşılık bulur, yoksa nazar boncuğu niyetine bir pazarlama metası haline gelir.

11) Birtakım evet yanlıları, özellikle 15. maddeyi öne çıkararak bazı sembolik jestlerin çok büyük önem taşıdığını öne sürüyorlar. Recep beyin "12 Eylül‘le hesaplaşıyorum" temasını referandumun temel stratejisi olarak saptadığı, onun için böyle bir maddenin metne ‘iliştirildiği‘ anlaşılıyor. Öyleyse sormak gerekmez mi? Madem sembolik adımlar önemlidir, Kürtlerin, Alevilerin taleplerine yönelik ‘mostra‘ kabilinden bir tek jeste bile niye rastlanmıyor? Kürtlerin kültürel taleplerine hitap eden tek bir iyi niyet adımına, Alevilerin ‘zorunlu din dersi‘ eleştirilerini anlayan bir yerden pansuman kabilinden bir nezaket ifadesine dahi yer verilmiyor.

Bunca açılım vaveylası (vuvuzelası) bir tortu bile bırakmadı mı? Yoksa bunun asıl nedeni referandumda Türk-Sünni hassasiyetlerine hitap etmek, toplumdaki klasik sağcı refleksleri öne çıkarmak olmasın. Bu strateji AKP‘nin ali çıkarları açısından anlaşılabilir de; peki Alevilerle-Kürtler arasında ‘büyük buluşma‘ iddiasıyla yola çıkanlar niye ‘her oltanın sazanı‘ pozisyonundan rahatsızlık duymuyor, ‘bir lokma, bir 15. madde hırkasıyla‘ iktifa ediyorlar. Üstelik de tüm sol cenahtan benzer tavrı bekliyorlar.

12) Bilindiği gibi neoliberaller, ‘anayasal iktisat‘ etiketi altında, hükümetlerin ‘popülizme‘ kaymamasını, halkın taleplerine ‘teslim olmamasını‘, kâr ve rekabeti bir siyaset malzemesi yapmamasını sağlamak için piyasa toplumunun gereklerini anayasal teminat altına almayı amaçlarlar. İşte referanduma sunulacak metin, böyle piyasacı bir nitelik taşıyor. Sosyal devletin sınırlı kazanımlarının reddiyesine dayanıyor, neoliberal tasarımı kalıcı kılmayı amaçlıyor. Yerinden denetim imkânını da ortadan kaldırarak ülkenin doğal kaynaklarının özelleştirilmesinin de kapısını ardına kadar açıyor. Bu yönüyle de büyük sermayeden yana, emek karşıtı bir belge.

Evet-hayır sonuç ne çıkarsa çıksın, sade yurttaşın dertlerinden, sıkıntılarından kopuk bir tartışmanın siyasete olan ilgiyi/güveni iyice azaltması tehlikesi de mevcut. Böyle bir ruh hali yeni bir Anayasa talebinin uzun dönem önünü tıkayabilir.

13) 12 Eylül rejiminin ülke demokrasisini felç eden armağanlarından başlıcası yüzde 10 barajıdır. Bu barajın, oy oranı yüzde 10‘un altında kalan partilerin temsilinin önünü kapatmasından belki de daha vahimi, yurttaşın özgürce tercihini yapmasını engellemesi, büyük güçlerin anaforuna kapılmalarını körüklemesidir.

Referandum süreci, yüzde 10 barajının başgardiyanı AKP‘yi bu yönde sıkıştırmak, teşhir etmek için de bir fırsattır. ‘Hem ağlarım hem giderim‘ tarzında taze gelin misali sol menşeli taze liberallerimiz burada da Polyannacılığın şahikasına erişiyor. Eğer bu anayasaya kabul verirlerse, daha demokratik bir anayasa için inandırıcılıkları pekişecek, yüzde 10 barajının da kalkması olanağı doğacakmış.

Anlaşılan bunlar Recep beyde otoriter, önce "zinhar olmaz" diye öfkeyle ayağa fırlayan sonra da ‘yufka yüreğiyle‘ gençlerin gönlünü yapan sevecen bir Hulusi Kentmen figürü tevehhüm ediyor. Bana da sorarsanız, nasıl YÖK rektör seçimlerinde düşük oy alan yandaşları fütursuzca atadı, buna haklı tepkiler yükselince de "bu seçimler üniversiteyi bozuyor" diyerek kendi vebalini seçimleri tümden ilga edip, yerine tepeden cumburlop atamayı kural haline getirmek için dayanak yaptı.

Böyle giderse belki referandum bile lüks hale gelecek. Bizimkiler de karşılarına Erol Taş bile çıksa "yetmez ama evet" teranesiyle kanaatkârlıktan vazgeçmeyecek. Sahi, madem bu AKP suyuna gittikçe yumuşuyor, özgürlük havarisi kesiliyor. Kaleyi içeriden fethetmek, önce seçmen, sonra partili sıfatıyla aynı saflarda demokrasi mücadelesi sürdürmek daha akıllıca olmaz mı?

14) Biliyorsunuz Fethullah Gülen‘den, Bülent Arınç‘a, giderek Recep beye İslamcı figürler mağduriyet iddialarını dillendirirken iki göz iki çeşme gözyaşlarına hâkim olamıyor. Bu melodramatik ortamda onlara mendil yetiştirenler ise, "fukaralar bir türlü iktidar olamıyorlar ki; bakın Kürt sorununa, Alevi meselesine, türbana hangisini çözebildiler?" meyanında sol liberaller. İnsanın da sorası geliyor; siyasi muhalifleri hapse tıkarken, yandaşlara ihaleleri pay ederken, bürokraside nizamı tarikat-cemaat esasına göre tanzim ederken, rektör atamalarında sıra tanımazken, medyayı kademe kademe hizaya getirirken ‘acaba neden bu ülkenin ezilenlerin, dışlananların sorunlarına gelince ‘fıss‘ diye sönüyorlar. Madem, Kemalettin Tuğcu romanlarındaki bedbaht figürler misali itilmiş-kakılmış rolüne bu denli meyyaller, gelin 12 Eylül‘de ‘hayır‘ oylarıyla mağdur edebiyatında yeni bir sayfa açalım.

15) Türkiye‘de sosyalist, devrimci hareket bazen derin, bazen sığ sularda birbiriyle çok cebelleşti, cebelleşiyor. Ama sonunda bu kıyıda kaldılar, karşı kıyıya doğru hiçbir zaman hamle yapmadılar. Ne var ki bir kısım eski arkadaşımız, yoldaşımız son yıllarda hızla karşı kıyıya kulaç atıyor. Akıntıya karşı yüzmekten vazgeçtiler, rüzgâr yönünde hızla mesafe kat ediyorlar. Üstelik kendi dillerini, hafızalarını da kaybetmişe benziyorlar.

YDH‘den devşirme yol arkadaşlarıyla statüko, değişim, vesayetten ibaret kısır bir dille meramlarını ifade ederken solun avadanlığındaki sınıf-sömürü/kapitalizm-emperyalizm gibi kavramlara da gerek duymuyorlar.

Kürtlerin, Alevilerin taleplerinin arkasına gizlenip asıl müttefiklerini iktidarda/hükümette aradıklarını bir ölçüde kamufle etmeyi başardılar; AKP sözde açılımlardan çark edince gerçek hüviyetleri ortaya çıktı.

Referandumdaki ‘evetler‘ onları ‘resmi pasaport‘ sahibi yapacak. Bir anlamda 12 Eylül‘de Rubikon‘u geçmiş olacaklar. Hani Sezar‘ın o nehri geçerek artık savaştan kaçınmayı imkânsız hale getirdiği eşik noktası… Korkarım ki bundan sonra da hızla karşı kıyıya yanaşacaklar, ‘bizim muhitlerden‘ uzaklaşıp ‘güvenli‘ kıyılardan atılacak 1-2 neden olmasın! Belki de 3 can simidini beklemeye duracaklar.

16) Önümüzde iki seçenek var; ya bu anayasa "hayır" oylarıyla reddedilecek, ya da "evet" oylarıyla kabul. Hâlbuki ortalıkta fol yok, yumurta yok iken "evet" cephesinin liberal kanadı, önümüze sürekli ‘CHP-MHP koalisyonu‘ tehlikesini sürerek şantaj yapıyor. Söylemeye bile gerek yok, sosyalistler mücadele stratejilerini muhayyel burjuva koalisyonları üzerinden değil, kendi öz güçleriyle, örgütlenme düzeyleriyle, emek güçleriyle olası ittifakları göz önüne alarak belirler.

Burjuva seçeneklerinin birini diğeri karşısında bir umacı gibi göstermek, ister istemez diğerini ‘ehven-i şer‘ kabul etmeyi, onun arkasında dizilmeyi getirir. Ayrıca yaşamının hiçbir döneminde sosyal demokratlarla ittifakı öngörmemiş, bir kez bile CHP‘ye oy vermemiş bir kişi rahatlığıyla, bir sosyalistin/devrimcinin CHP‘yi ‘ehven-i şer‘ kabul etmesini ayıplamam, AKP‘yle halvet olmayı yadırgadığım ölçüde.

Son söz yerine:"Kalmadı iffet kaderimizmiş evet", pardon düzeltiyorum "Sevgimiz millet oyumuz evet" sloganının peşine takılanlara bu saatten sonra ancak hicazkâr makamından seslenilir: "Mani oluyor halimi takrire hicabım. "

Bu kadar lakırdı ettin de boykotçulardan, boş oy kullanacaklardan bahsetmedin diye soranlara, "hiç olmazsa evetçi değiller" cevabını verebilirim. Muhtemelen aynı soruya evetçilerden de "hiç olmazsa hayırcı değiller" karşılığı gelecektir. Daha fazla söze hacet var mı?"

Panelin sonunda izleyiciler Hayri Kozanoğlu'na çeşitli konularda sorular sordular ve panel bu şekliyle sona erdi.

comments powered by Disqus

Hopam.com'un notu: Okuduğunuz haber sitemize 06.09.2010 tarihinde Hayati Akbaş tarafından girilmiştir. Her ne kadar yayın ilkelerimiz doğrultusunda belli bir süzgeçten geçirmiş olsak da haberin yazım kurallarına ve etik teamüllere uygunluğu, içeriğinin doğruluğu ve tarafsızlığı Hopam.com tarafından garanti edilmemektedir. Bununla birlikte, haber metni veya ilgili diğer materyalleri kısmen ya da tamamen kopyalanması, yayımlanması, uyarlanması, çevirisinin yapılması, değiştirilmesi ve başka yayın organlarında paylaşılması söz konusu muhabirin iznine tabidir.
Benzer Haberler
Benzer içerik bulunamadı.


En Çok Okunan Politika Haberleri
 » Utku Cihan, İbb Başkanı Ekrem İmamo...