Rize'de İlk Genel Kurulunu Yapan Türkiye Su Meclisi'nde Hes Projelerine Karşı Tepkiler Yoğunlaşırken; Türkiye'nin Gölleri, Akarsuları Ve Yeraltı Sularının suyun Boşa Aktığını' İddia Eden Yanlış Su Politikaları Nedeniyle Tehlike Altında Olduğuna Vurgu Yapıldı
Türkiye Su Meclisi'nin ilk Genel Kurulu, ülke genelindeki 81 ilde bulunan çevreci kuruluşlardan seçilen temsilcilerin katılımıyla Rize'nin İkizdere ilçesinde yapıldı.
İkizdere'ye bağlı Ilıca Köyü'ndeki RİDOS Termal Otel'de düzenlenen ve Doğa Derneği, Tema Vakfı ile İkizdere Derneği'nin organizasyonu ve ev sahipliğinde başlayan Türkiye Su Meclisi Genel Kurul toplantısı 2 gün sürdü. Genel Kurul'a TEMA Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Ümit Yaşar Gürses, Doğa Derneği Başkanı Dr. Güven Eken ile birlikte 81 ilden gelen çevre ve doğa derneklerinin temsilci ve başkanları ile çevreciler katıldı.
Yaklaşık 400 temsilcinin katıldığı toplantının açılış konuşmasını yapan İkizdere Derneği Başkanı Kadem Ekşi, Türkiye Su Meclisi fikrinin, daha önce Haliç Üniversitesi'nde yapılan Su Arama Konferansında' gündeme geldiğini hatırlattı.
Toplantının içeriği ve çalışma koşulları hakkında da bilgiler veren Ekşi, bu ilk Genel Kurul Toplantısı ile demokratik, özgür, herkesin fikrini ortaya koyacağı Türkiye Su Meclisi'ni hayata geçirilmiş olacağını ifade etti.
Doğu Karadeniz Bölgesindeki HES projelerinin yarattığı sıkıntılar hakkında da katılımcılara bilgi veren Ekşi, "HES projelerinin getirdiği ciddi sorunlar yaşıyoruz. Örneğin İkizdere Vadisi'nde 20 HES projesi var. Vadinin bütün atardamarının yok edildiği gözlemledik. Bu yanlışlardan mutlaka geri dönülmesi gerekiyor. Biz enerjiye karşı değiliz ancak hayatın kaynağı su kaynaklarının yanlış kullanılmasına sonuna kadar karşıyız. Projelerde tünellere hapsederek suyun sonunu hazırlıyorlar. Projelerde yanlış adım atacak herkese kırmızı kart göstereceğiz. İlk kartı ben buradan gösteriyorum" diye konuştu ve cebinden kırmızı kart çıkartarak gösterdi.
Toplantıda, Türkiye'nin Su Havzaları' konulu bir sunum yapan Doğa Derneği Başkanı Dr. Güven Eken, ülke genelinde uygulanan yanlış su politikaları nedeniyle nehirlerin akışkan bir sıvı, vadinin içinde hareket eden bir su olarak görüldüğünü belirtti.
Ülke genelindeki HES proje ve çalışmalarına da değinen Dr. Eken, "HES'lerle olan mücadelemizde sorunun son noktasındayız. 50 yıl önce Konya ve Amik Ovası'nda bu sorun çoktan başlamıştı. O yıllarda su kaynaklarına sessiz sedasız son derece olumsuz müdahaleler yapıldı. Bu alanlar kurak hale geldi. Bir sonraki merhalede göller tükenecek. En alt katman, deniz kıyıları ve ovalar tüketildi. Sonra nehirlerin ana gövdelerine sıra geldi. Barajlar yapılmaya başlandı" dedi.
Devlet Su İşleri (DSİ) 2023 öngörüsünde, ülkedeki 112 milyar metreküp su kaynağının tamamının kullanılacağının belirtildiğini anlatan Eken, "DSİ, 112 milyar metreküp suyun tamamını kullanılabilir, ekonomiye aktarılabilir su kaynağı olarak görüyor. DSİ bu rakama bütün ulaşılabilir suları hesaba katarak ulaşmış. Yani bütün su kitlesinin bir gün insan kullanımına açılmasına yönelik dev bir proje ile karşı karşıyayız. Bugün gördüğümüz 2023 'de bizi bekleyenin tırnağı bile değil. Son derece yanlış ve korkunç bir hedefle karşı karşıyayız. Şu anda kullanılanın suyun 2023 'de 3 kat daha artırılması gündemdedir. Bunun anlamı şudur; bizim çocuklarımız dere, göl, nehir nedir bilemeyecek. Türkiye'nin tamamını susuzlaştıracak korkunç bir mühendislik projesi var. Topyekûn bir insansızlaştırma projesi ile karşı karşıyayız. Bunları tekil olarak baraj ve HES olarak görülmemeli, kültürümüz doğamız ve köklerimiz tehlike altındadır" şeklinde açıklamalarını sürdürdü.
Genel Kurul'un ilk gününde, çevrecilerin HES projelerine karşı yürüttüğü hukuk mücadelesinin avukatlarından Av. Yakup Okumuşoğlu ise Su Hukuku' konusunda katılımcılara bir sunum ve konuşma yaptı.
Dünyanın çeşitli ülkelerindeki su hukuku uygulamaları ile HES'lere karşı verilen hukuksal mücadelelerden örnekler veren Okumuşoğlu, Türkiye'de yasa ve yönetmeliklerin dışında hukuk kurallarına ve yargı kararlarına uyulmamasının en büyük sorunu oluşturduğuna dikkat çekti.
Genel Kurulda ayrıca Artvin Çoruh Üniversitesi öğretim görevlisi Doç. Dr. Oğuz Kurdoğlu da Entegre Havza Yönetimi' konulu bir sunum gerçekleştirdi.
Genel Kurul'un ikinci oturumunda ise Türkiye'de suyun etkin ve verimli kullanımı, su kaynaklarının korunması ve yapılan çalışmalar' hakkında bir forum gerçekleştirildi.
Forumda konuşan çevre örgütlerinin temsilcileri, suyun en önemli yaşamsal kaynak olduğu ve ticarileştirilmesinin önlenmesi gerektiği üzerinde görüş ve çalışmalarını anlatırken; ülke genelinde ve özellikle de Doğu Karadeniz Bölgesinde yoğunlaşan Hidroelektrik Santralleri konusunda ortak bir hareket geliştirilmesi gerektiğine vurgu yaptı.
Forumda konuşan Derelerin Kardeşliği Platformu Dönem Sözcüsü ve Salarha Deresi Derneği Başkanı Ömer Şan, ülkenin dört biryanından insanların sudan sebeplerle' bir araya geldiğini, medeniyet' anlamına gelen suyun toprak kadar bağımsızlık sembolü olduğuna vurgu yaparak; "Nasıl topraksız bir vatan düşünülemiyorsa, susuz bir toprağın ise varlığından söz edilemez. Bütün medeniyetler su ile var olmuş ve gelişmiştir. Yaşamsal kaynağın temelindeki su, aynı zamanda bağımsızlığın da sembolü olmuştur. Bu nedenledir ki, suyuna, su kaynaklarına sahip çıkmayan bir ulusun varlığını ve bağımsızlığını sürdürmesi olanaksızdır. Suyun ticarileştirilmesi, en az insan ticareti kadar endişe verici ve insanlık suçu sayılması gereken yaşamsal bir suçtur" dedi.
Doğu Karadeniz Bölgesindeki HES'lerin çevreye, doğal yaşam alanlarına ve su kaynaklarına geri dönüşümsüz zararlar verdiğini anlatan Şan, bölgede geliştirilen ve yapımı devam eden HES projeleri ile sadece dere ve vadi soykırımı yapılmadığını, yargı kararlarına uyulmaması ve verilen kararların uygulanmaması nedeniyle aynı zamanda bir hukuk katliamı' da yaşandığına dikkat çekti.
Gece geç saatlere kadar devam eden forum çalışmasının sonraki bölümlerinde ise çeşitli çalışma grupları oluşturularak, ortak program metinleri oluşturuldu.
Türkiye Su Meclisi'nin taslak tüzüğünün de hazırlandığı Genel Kurul'da hazırlanan taslak tüzük de tartışmaya açılarak onaylandı ve yürürlüğe konuldu. Aynı zamanda Su Manifestosu'nun da hazırlandığı Genel Kurul Toplantısında ayrıca, Türkiye Su Meclisi'nin bundan sonraki çalışmalarının yürütülebilmesi için de 7 kişilik bir Yürütme Kurulu oluşturuldu ve oylamaya sunuldu.
Türkiye Su Meclisi'nin kuruluş amacını, düşünce ve fikirleri ile çalışma alanları ve suyun ektin ve verimli kullanılması ile su kaynaklarının korunmasına yönelik belirlemelerin yer alacağı Türkiye Su Meclisi Su Manifestosu'nun taslak metninde ise, "Su, tüm dünyada ve üzerinde bulunduğumuz coğrafyada yaşamın temel koşuludur. Yaşam, suyla başlamıştır, su olmadığında sona erecektir. Su, alınıp satılan ticari bir mal değildir, tüm canlıların ulaşma hakkı olan doğal bir varlıktır" denildi.
Söz konusu taslakta, Türkiye Su Meclisi'nin suyun sahipsizliğine son vermek amacıyla oluşturulduğu anlatılırken; ülke genelinde geliştirilen HES projeleri ile baraj ve drenaj projeleri, havzalar arası su transferleri ve sulama projelerine karşı net ve kesin bir tavır alınmasına yönelik anlatımlar ise tartışmaya açıldı. Genel Kurul Toplantısı kamuoyuna açıklanacak Su Manifestosu'nun metne dönüştürülmesi için yapılan forumla devam etti.
Türkiye Su Meclisi " Su Manifestosu"
Su, tüm dünyada ve üzerinde bulunduğumuz coğrafyada, yaşamın temel koşuludur. Yaşam, suyla başlamıştır. Su olmadığında sona erecektir. Su alınıp satılacak ticari bir mal değildir, tüm canlıların ulaşma hakkı olan doğal bir varlıktır.
Türkiye'nin dereleri, nehirleri, gölleri ve yeraltı suları, son elli yıldır artan bir hızla talan edilmektedir. Kısa bir süre içinde, Marmara Denizi'nden daha büyük bir gölalanı kurutulmuş, yüzlerce nehir ve derenin doğal işleyişi bozulmuş ve yer altı sularımız onlarca metre aşağıya inmiştir. Bu nedenlerle, sayısız canlı türünün nesli tükenmiş, coğrafi belleğimiz parçalanmış ve atalarımızdan miras aldığımız çok sayıda doğal ve tarihi alan sular altında kalmıştır.
Barajlar, hidroelektrik santraller, doğal göllerin kurutulması ve yanlış sulama projeleri, bu yok oluşun ana nedenleridir. Oysa, insan dahil olmak üzere doğanın her bir zerresi, hayatta kalabilmek için göl, nehir, dere ve yer altı sularının bütünlüğüne, yani sağlıklı bir su döngüsüne muhtaçtır.
Durum böyle devam ederse, bu coğrafyadaki yaşam, tarihte hiç görülmediği kadar tehlike altına girecektir. Türkiye'deki bitki ve hayvan türlerinin büyük bir kısmı yok olacak ve yüz binlerce insan doğdukları toprakları terk edecektir.
Yürürlükteki su politikasının vaad ettiği enerji ve tarımsal kalkınma, aynı politika nedeniyle kaybetmekte olduğumuz değerlerin bir tek zerresinin bile yerini tutamaz.
Biz Türkiye Su Meclisi'nin kurucuları ve yürürlükteki su politikasının mağdurları olarak aşağıdaki gerçeklerin altının çiziyoruz.
Doğa kendi başına vardır ve insan doğanın sadece bir parçasıdır.
Doğa bir nesne değildir. Kendi kadim kuralları doğrultusunda, değerli bir işleyişe sahiptir.
Doğa, ticari bir mal haline getirilemez ve üzerinde ekonomik ırkçılık yürütülemez.
Su, yalnızca doğaya aittir ve onun ayrılmaz bir parçasıdır.
Su, bulunduğu havzaya aittir. Doğal bir varlıktır, kaynak değildir.
Su kendini ancak akarak var edebilir ve doğada tek bir damla su boşa akmaz.
Suyun özelleştirilmesi ve suya efendi atanması kabul edilemez.
Sürdürülebilir kalkınma, koruma kullanma dengesi gibi ilkeler doğanın sömürülmesi için gerekçe gösterilemez.
Yaşamın yegane kaynağı olan doğanın, "çevre" diye tanımlanarak hayatın dışına çıkarılması kabul edilemez.
Kendi var oluşumuza, ait olduğumuz topluma, yaşadığımız gezegene ve gelecek nesillere karşı duyduğumuz vicdani sorumluluğun sonucu olarak, suya ilişkin tüm faaliyetlerde aşağıdaki esasların uygulanması gerektiğini savunuyoruz:
Doğa hakkı ve buna bağlı olarak su hakkı, insan haklarının gerçekleşmesi için bir zorunluluktur.
Su, insan dâhil tüm canlılar için aynı derecede değildir. Suyla ilgili meseleler, ancak böyle bir adalet anlayışı ile çözülebilir.
Su, günübirlik değişen yasal düzenlemelerin öznesi olamaz. Kesin düzenlemelere sahip ekolojik temelli bir su yasası, su ihtiyacının doğru ve adil temini için en temel zorunluluktur.
Su korsanlığı ile buna aracılık eden tüm ulusal ve ulus ötesi örgütlenmeler desteklenemez.
Yer altı sularından doğal dolum hızından daha fazlası çekilemez.
Suyun havzalar arasındaki veya bulunduğu havza içerisindeki doğal döngüsünü parçalayan faaliyetler oluşturdukları ekolojik ve ekonomik zararlar nedeniyle kabul edilemez.
Bizler, Türkiye'nin dört bir yanından gelerek Rize, İkizdere'de buluştuk. Burada yukarıda tanımlanan koşullar ve nedenlerden dolayı, Türkiye Su Meclisi'ni kurduk.
Bu meclis, Türkiye'nin suyun sahipsizliğine sone vermek için vücut bulmuştur. Amacımız, doğa hakkını anayasal güvence altına alarak suyun kamu tarafından sahiplenilmesini sağlamaktır. Bu gerçekleşene kadar, tüm hidroelektrik santral (HES), baraj ve drenaj projelerinin, havzalar arası su transferi ve sulama projelerinin karşısındayız.
Türkiye Su Meclisi, havadan, topraktan ve sudan aldığımız yaşam enerjisinin, insan eliyle üretilen enerjilerden çok daha önemli olduğunun farkındadır. Bu meclisin tüm üyeleri, üzerinde bulunduğumuz coğrafyada kurulmuş bütün uygarlıklara ve bugünün insanına yaşam veren doğanın önünde saygıyla eğilmektedir.
Ömer ŞAN-(Rize/Cumhuriyet)- Doğu Karadeniz Bölgesinde yapımı planlanan Hidroelektrik Santrali (HES) projelerinin, doğaya, su kaynaklarına ve insan yaşam alanlarına verdiği zararlara karşı çevrecilerin mücadelesi devam ediyor. İkizdere Derneği Başkanı Kadem Ekşi, bölgede yapılması planlanan HES'ler ile Karadeniz Bölgesi'nin susuzlaştırılıp ıssızlaştırılmak istendiğini söyledi.
Rize Gazeteciler ve Muhabirler Derneği'nde bir basın toplantısı düzenleyen Jeoloji Mühendisi Ekşi, bölgede yapılmakta olan HES'lere karşı başlattıkları hukuk mücadelesini sürdürdüklerini belirterek, HES'ler için hazırlanan ÇED raporlarında hatalar belirlediklerini ve birçoğunun sahte olduğunu ileri sürdü.
Çevre ve Orman Bakanlığı'nca olumlu' görülen birçok ÇED raporunun sahte olduğunu ileri süren Ekşi, "Selin-1 ve Selin-2 isimlerini taşıyan HES'lerin ÇED raporları sahtedir. Sahtedir diyoruz çünkü mevcut santralin yeri bile projede yanlış işaretlenmiştir. 28 bin metrekare olarak gösterilen atık depolama alanı sadece 2 bin metrekaredir. Bizler ülkesini seven mühendisler olarak sivil toplum kuruluşları olarak bu çevre soykırımına seyirci kalamayız. Böyle bir lüksümüz yok. İlimizde 72 adet HES yapılmak isteniyordu bu sayı 81'e yükselmiş. Bu santraller için yapılacak su iletim tünelleri ile derelerimizin 850 kilometre uzunluğundaki tünellerle yerin altından taşınacak. Kemer köprülerimizin altından derelerimiz değil, gözyaşları akacak" dedi.
Ekşi, bölgede bilinçli olarak planlı bir susuzlaştırma politikası yürütüldüğünü de belirterek, "Bölgemiz susuzlaştırılarak ıssızlaştırılmak isteniyor. Kendi düşüncemi söylüyorum. DSİ bu kullanım ihalelerini 49 yıllığına yaptı. Firmalar enerji üretmek için lisans aldılar. Ancak su kaynakları farklı alanlarda kullanıp kullanmayacakları soru işareti. 850 kilometre tünellerle taşınacak bu suların ilerde farklı noktalara aktarılması, ya da depolanarak taşınması mümkündür. Bugün Kuzey Afrika'da su, petrolden daha değerlidir. Dünyanın mineral açısından en zengin sularına sahibiz. Bizden sonraki kuşaklara aktarmak zorunda olduğumuz bu kaynaklarımıza sahip çıkmak zorundayız" diye konuştu.
Rize'deki vadilerde yapımı planlanan Hidroelektrik santral (HES) sayısının son verilen üretim lisansları ile birlikte 81'e yükseldiğini yineleyen Ekşi, bölgenin kanayan yarası HES projelerinin Doğu Karadeniz Bölgesi'nde ciddi sorunlar oluşturmaya devam ettiğine de vurgu yaptı.
Ülkenin enerji ihtiyacının, mutlaka dışa bağımlığının azaltılarak geri dönüşümü de sağlayacak bir çözümle ortaya konulması gerektiğinin bilincinde olduklarını vurgulayan Ekşi, "Ancak bunu yaparken SİT alanı, flora, fauna ve endemik bitki türü açısından koruma altında olan yerler korunmalıdır. Ama aksine çok özellik arz eden Doğu Karadeniz Vadilerinde akıl almaz susuzlaştırma ve ıssızlaştırma yapılıyor" şeklinde açıklamalarını sürdürdü.
İkizdere Dere köy'de yapımı planlanan Demirkapı HES projesi için açılan davada mahkemenin yürütmeyi durdurma' ve ÇED raporunun iptali' yönünde karar verdiğini hatırlatan Ekşi, ÇED raporlarına yönelik yaptıkları itirazın mahkemelerin tespit ettiği üniversitelerden oluşan bilirkişi heyetleri tarafından doğrulandığını söyledi.
Ekşi, açıklamalarını şöyle sürdürdü: "Bu projelerin yanlışlığını, gerçekten bilimsel ve teknik içeriğinin noksan olduğunu anayasal zorunluluk olmasına rağmen havza planlaması gerçeğinden uzak bir dayatma ile insanları yok sayarak ortaya konulmasının yanlış olduğunu defalarca söyledik. Mahkemelerde üniversitelerden oluşturduğu bilimsel teknik heyetlerle ÇED raporlarına yönelik itirazlarımızın haklılığını ortaya koymuştur. Dere köy HES için verilen bilirkişi raporu bütün çıplaklığı ve açıklığı ile şu gerçeği ifade ediyor. Bu ÇED raporları tamamen gerçeği yansıtmıyor ve sahtedir. Sahte ÇED raporlarını mahkeme kararları da belgelemiştir. ÇED raporunda mevcut santral yerini bile yanlış işaretlemişler. ÇED raporunda 28 bin metre kare alan olarak niteledikleri atık alan bile 2 bin metre kare olarak çıkıyor. Mahkeme kararı ile bu gerçekler tescillenmiştir. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusudur. İşte bunlar sahte ÇED raporlarıdır. Biz ülkesine ve milletine bağlı mühendisler bu gerçeği haykırmayacağız da buradaki dere soykırımlarına ve çevre tahribatlarına onay mı vereceğiz. Bu bölgede yaşayan her türlü çilesini çeken insanlar bu sahte ÇED raporları ile bölgesinin yok olmasına çanak mı tutacak. Biz bunları reddediyoruz. Hukuken bu işin takipçisi olacağımızı belirtiyoruz. "
Hopam.com'un notu: Okuduğunuz haber sitemize 19.01.2010 tarihinde Hayati Akbaş tarafından girilmiştir. Her ne kadar yayın ilkelerimiz doğrultusunda belli bir süzgeçten geçirmiş olsak da haberin yazım kurallarına ve etik teamüllere uygunluğu, içeriğinin doğruluğu ve tarafsızlığı Hopam.com tarafından garanti edilmemektedir. Bununla birlikte, haber metni veya ilgili diğer materyalleri kısmen ya da tamamen kopyalanması, yayımlanması, uyarlanması, çevirisinin yapılması, değiştirilmesi ve başka yayın organlarında paylaşılması söz konusu muhabirin iznine tabidir.
Önemli Notlar:
1. Hopam®.com sayfalarında yayınlanan yazılardaki fikirler, yorumlar ve görüşler, Hopa'da yaşayan insanları, Hopa'nın herhangi bir kamuya ait veya özel bölümünü ya da idari yapısını, herhangi bir etnik/politik gurubu, veya diğer ilgili hiçbir özel/tüzel kişiliğini hiçbir şekilde bağlamamaktadır.
2. Sitemiz rengini doğadan aldığından bünyesinde sürekli evrimsel bir değişim ve dönüşüm hali barındırır.
3. Sitede yayımlanan tüm içerik, kısmen ya da tamamen kopyalanarak başka bir yerde kaynak gösterilerek kullanılabilir. Bunun için gerekli ve yeterli koşul, söz konusu içeriği sitemize ekleyen kullanıcının bu doğrultuda izin vermiş olmasıdır.
4. Üyelerimizin, ekledikleri her türlü içerik hakkında sorumlu olduklarını varsaymaktayız. Takip et: @hopam
Tweetle