Türk siyasetinin önde gelen isimlerinden birini konuk ediyoruz. Gazeteci Tolga Gül, 93 Batum muhaciri bir aileye mensup olan Yurt Partisi Genel Başkanı Artvinli Sadettin Tantan ile İstanbul’da buluştu. Gül ve Tantan, Artvin, Türkiye ve Yurt Partisi üzerine hoş bir sohbet etti. Bir dönemin şifrelerini veren Sadettin Tantan, gelecek adına da önemli uyarılarda bulundu. Tüm samimiyeti ile bizleri ağırlayan Tantan röportajımızı büyük bir keyifle okuyacağınızı umuyoruz.
Batum şehrini, ata toprağı Artvin’i görmeyi arzuluyoruz
Öncelikle bizler sizi tanıyoruz; ancak biz Artvinli Sadettin Tantan’ı tanımak istiyoruz. Artvinlilik nereden geliyor? Bize Artvinli Sadettin Tantan’ı tanıtır mısınız?
Ailemiz 93 muhaciri. 1893 yılında ailemiz İstanbul, Kandıra, Akçakoca üzerinden Sapanca’ya yerleşmişler. Büyüklerimiz buraya yerleşmişler. Biz Batum’dan göç etmişiz. O zaman ki adıyla Batum, şimdi ki adıyla Artvin olarak geçiyor. Bu bakımdan bağlarımız kopmuyor. Büyüklerimiz dahil olmak üzere herkes Batum’u görmek istiyor. Batum şehrini ve ata topraklarını gezmek görmek istiyor. Biz halen ata topraklarımız ile bağımızı koparmış değiliz. Batum’u, Artvin’i fırsat buldukça görmek istiyoruz.
Halen gidip gelebiliyor musunuz?
Gidip gelebiliyoruz. Ailemizden gidip gelenler var. En azından ata topraklarını görmek isteyenler oluyor ve bağlarını koparmayanlar var. Bağımızı kimse koparmış değiliz. Bizde onlardan biriyiz. Oradaki yaşamı görmek bakımından insan kendi topraklarından kopamıyor.
Artvin’in şehri insanı kadar gelişemedi
Sizi bakan olduğunuz dönemden de biliyoruz. Artvin’i yakından takip ediyordunuz. Artvin’deki vali atamalarından ilin sorunlarına kadar bir çok konuyla ilgileniyordunuz. Bu vesile ile sormak istiyorum; sizin pencerenizden Artvin nasıl görünüyor? Artvin nasıl bir il?
Artvin aslında Kafkasya ve Hazar havzasına açılan çok önemli illerden biri fakat gerekli gelişimi hiçbir zaman sağlayamamış. Ve gerek alt yapısı gerekse de fiziki koşulları ile de gelişmeye açık bir il. Çok önemli illerimizden bir tanesi. Fakat gerekli gelişimi hiçbir zaman sağlayamamış. Her türlü üst ve alt yapısı ile geliştirmek zorundasınız. Ama geçmiş iktidar ve şimdiki iktidar ne kadar yatırım yaptı bilemiyorum. Mutlaka bir şeyler yapmak istemişlerdir. Sonuç olarak değerlendirdiğimizde pek fazla geliştiğini ise göremiyoruz. Eğitimli nüfusun çok yüksek olduğu bir ilimiz. Aslında insanlara baktığınızda çok nitelikli insanların yetiştiği ve ülkemizin bir çok bölgesinde ve ülkemizin idaresinde etkin olan insanların yetiştiği bir il. Ülkenin değişik kesimlerine hizmet eden insanlardan oluşan bir ilimizdir, Artvin. Sürekli insanı gelişen fakat Artvin’in gelişmediği böyle bir tezatta var. Yetişmiş çok insan gücü var ama bu insanların ne kadarı geriye dönüyor bunu bilemiyorum. Bunu araştırmak lazım. Tabi ki orada yapılan barajlar mutlaka Artvin’e bir katkı sağlamıştır. Bir bölge ve havza bütünlüğü içerisinde bakıldığında gelecekte çok büyük görevler ifa edecek bir ilimiz Artvin. İnşallah o şekilde de gelişir diye ifade edebilirim.
Halkın yararına çalıştığınız zaman bunu halk görüyor ve takdir ediyor
Hep biz sizi geçmişinizden beri takip ettiğimiz için hep efsaneydiniz. Gerek polislik, gerek belediye başkanlığı gerekse de bakanlık yıllarınızda hep efsane olduğunuz söylenir. Bunda Artvinli olmanız, Kafkas bölgesinin olmasının katkıları var mı? Tabi ki birde hakkınızdaki efsaneler doğru mu?
Vallahi herkes kendine göre bir şeyler söylüyor ama ben çoğunu bilmiyorum. Ne konuştuklarını da bilmiyorum. Aslında Batum ve Kafkas ağırlığı ailemizden gelen bir durum. Bizim çok fazla bir şey yaptığımız yok. Gerek polislik dönemimde, gerek belediye başkanlığı ve bakanlığım dönemimde çalışma prensiplerimde hep adaletten sapmadık. Doğru ve dürüstçe çalışmayı kendimize hedef seçtik. İnsanlara ve ülkeye hizmet etmeyi ideal edindiğimiz için insanlarda kendisine yapılan hizmeti hiçbir zaman reddetmiyorlar ve sürekli kabul ediyorlar. Ve kendi aralarında yüceltiyorlar. Öyle efsaneleşiyor. Aslında yapılanlar yapılması gerekenlerdir. Tabi yıllar içerisinde yönetim anlayışındaki yozlaşma ve yıpranma ve de sıkıntılar bir takım insanların lehine yapıldığı zaman dikkatleri çekiyor. Bizim yapmak istediğimizde bunlar. Özünde pek fazla bir şey yok. Zaten yetki ve sorumluluğunuz kadar hareket edebiliyorsunuz.
Bazen her istediğinizi yapamıyorsunuz, yaptırtmıyorlar
Pekiyi gerek polisliğinizde gerek belediye başkanlığında gerekse de bakanlığınız döneminde keşke şunu da yapsaydım, yada yapmasaydım dediğiniz şeyler oldu mu? Pişmanlıklarınız var mı?
Gerek belediye başkanlığımızda, gerek siyasette ve polistik de yapmak istediğimiz çok şey oldu tabi. Ancak o gün ki koşullarda ve o günkü tercihler bakımında, gerek bürokraside gerekse de siyasetteki tercihler bakımından tek başına bir şeyler yapamıyorsunuz. O günkü mevzuatlar gereği yetki ve sorumluluklarınızın ne kadarını yerine getirebiliyorsunuz, yapmak istediklerinizin ne kadarını yapabiliyorsunuz. Tartıştığınızda fazlasını yapamıyorsunuz. Yaptırmıyorlar. Önünüze bir takım engeller çıkarılıyor. Ama hiçbir zaman yılmadan bunu yapmak için mücadele etmek gerekiyor. Hiçbir zaman şikayet etmemek lazım. Ben bütün bu yaşamımım da zorlukların ve sıkıntıların ne olduğunu gördüm. Mücadelemizde o konuda sonsuz oldu. Ama ne kadar başarılı oldu yada olmadı onu bilemem. Bunu araştırmak lazım. Arzu ettiğimde bir çok husus var. İleride halk bize destek olduğu zaman, yetki ve güç verirse halkım ve ülkem lehinde yapmam gerekenleri yapmam için bir mücadelenin ve çabası içerisinde olabilirim. Ülkemize ve milletimize hizmet etmek kadar ulvi bir şey olamaz. O açıdan da her türlü engel ve sıkıntı ne olursa olsun bunu aşmak da bizim görevimiz. Başkasından beklemek gibi bir şey olamaz.
Emperyalistler ülkemiz üzerinde oyunlar oynuyorlar
Şimdi Sayın Bakanım biraz eski siyaset dönemlerine geriye dönersek 28 Şubat süreci, ardından hükümetin yıkılması yerine yeni hükümetin kurulması daha sonra yaşanan ekonomik krizler ve ardından Ak Parti iktidarının doğuşu. Şimdi o günlerin önemli isimlerinden biri olarak size sormak istiyorum. Tüm bu yaşananlar bir senaryonun ürünümüydü?
Türkiye siyasi bakımından gerekse de mali ve ekonomik anlamda ve güvenlik anlamında tam anlamında kendi özgürlüğüne sahip olmayan bir ülke. Mali ve ekonomik anlamda, siyasi anlamda ve güvenlik anlamında özgürlüğünü sağlayabilmek için geçmişteki bir takım siyasetçiler, güvenlikçiler ve mali ve ekonomik aktörler mücadele etmiş olsa dahi hep önü kesildi. Yani Türkiye’nin kendi imkan ve kabiliyetini kendisinin kullanabilmesi bakımından özgürlüğüne bir türlü ulaşamadı. Ve geçmişteki iktidar savaşlarından geçmişteki iktidar savaşlarında Türkiye’nin bu gücünü kullanmak isteyen çağımızın emperyalist güçlerinin Türkiye’yi yıpratmak ve istikrarsızlaştırmak, kendine yabancılaştırmak ve kendi içerisinde güçten düşürmek için yıllarca Türk halkını ve ülkeyi meşgul eden silahlı ve silahsız örgütlerle Türkiye hep ve yıpratıldı ve yıpratılmaya devam ediyor. Bu yıpratma ve yozlaşma hareketi içerisinde de tamamen mali ve ekonomik sistemdeki yozlaşma ve çözülme siyasetteki çözülmeyi de beraberinde getirdi. Ve Türkiye kendi kendini yöneten bir ülke değil yabancı güçlerin yönettiği bir ülke konumuna getirildi. Bugün Türkiye bu konumda. Ve siyasilerinde halk nezdinde itibar kaybetmesinin sebebi siyasetçilerin meclise çıkıp kendi çıkarını düşünmek için girildiği algısı halk nezdinde kabul gördü. Halbuki parlamentonun halk ve ülke menfaatleri doğrultusunda çalışması gerekirken adeta bir çıkar meclisi haline dönüşmesi ve halkın kendisini yönetenlere karşı yabancılaşması ve kendi ülkesine yabancıymış gibi hareket ederek kendi hak ve hukukunu sahiplenmesinden uzaklaşması ile bugün ülkemiz karşı karşıyadır. Ve bu şekilde de Türkiye ve Türk halkı kan kaybetmeye devam ediyor. Sizin az önce söylediğiniz 28 Şubat sürecine doğru geliş ve süreç sonrası yaşananlar ve bu iktidarın iktidara gelişinin hiçbirisi tesadüf değil. 1980 öncesi sağ sol, din eksenli çatışma, 1980 sonrası bölücü örgütle Türkiye’nin tehdit altına alınması, 2000’li yıllardan sonra Türkiye’nin yenileşme harekete adı altında emperyal gücün kullanımına sokulması bir projenin yansıması. Bu proje aynen devam ediyor ve bu proje çerçevesinde Türkiye siyaseti, rejimi, haritası falan her şeyi değiştiriliyor. Ve bugünkü siyasi kadrolar, iktidar ve muhalefet, sağduyu sahibi milletvekillerini ayrı tutuyorum ama bütüne baktığımızda adeta bu oyunu bilmesine rağmen görev yapmıyorlar ve yapamıyorlar. Halka dönmeleri lazım dönemiyorlar. Halkı bilinçlendirmeleri lazım yapamıyorlar. Bu kişiliksiz ve kimliksiz bir çatışmanın içerisinde tabanda da halkı geriyorlar. Bu da çok büyük bir tehlikeyi beraberinde getiriyor. Bütün bu oyunlar hepsi bilinen oyunlar. Devletin arşivleri bütün bu bilgilerden geçinmiyor. Ve bütün bu bilgilerin bilinmesine rağmen vatandaşın bu konuda bilinçlendirilmemesi, vatandaşın kendi geleceğini planlaması ve belirlemesi noktasında sıkıntıya sebep oluyor. Bugün halk gerçekleri bilse buna asla müsaade etmez.
Bitme noktasına gelen terör örgütünü temsilci yaptılar
Ben yine sizinde bakan olduğunuz dönemlere dönmek istiyorum. Terör konusuna dönecek olursak sizin de bakan olduğunuz dönemlerde gerçekten terör bitirilme noktasında gelmiş miydi? Yada o günkü hükümetler terör konusunda yeterli adımları atabildi mi?
Yani 1980 öncesi sağ-sol ve din eksenli çatışma da o günkü siyasi kadrolar ve güvenlik kadroların yaşananları okuyamadıklarını görüyoruz. Aslında arşiv bilgileri bakımından değerlendirildiğinde çok şeyin bilinmiş olmasına rağmen bu konuda gerekli alt yapıların yapılamadığı, yapılamadığı içinde çok büyük zayiatlar verdirildiği bir gerçek. 1980 sonrası da aynı hata devam etti. Burada Türkiye 1980 öncesi 70 sente muhtaç olduğu dönemde karma ekonomik politika uygulandı. 1980 sonrası IMF ve Dünya Bankası’nın da Türkiye’ye yönelik yaptırımları ile Türkiye mali ve ekonomik anlamda yeni bir siyasi tercih ile karşı karşıya kaldı. Onun kalması ile alt yapılar eksik olduğu için gerek mali ve ekonomik anlamda, gerekse güvenlik anlamında gerek de adalet anlamındaki alt yapı eksikliği bu yeni tercihle karşı karşıya kalan Türk halkının ve Türk girişimcisinin, sanayicisinin, gazete ve televizyonların çalışanlarının ve sahiplerinin ülkenin kalkınmasında ve gelişmesinde, zihinsel gelişmesinde, alt yapı eksikliğinden dolayı büyük açıklar verdi. Ve büyük açıklar toplumun yozlaşmasını, ahlaki değerlerin çökmesini beraberinde getirdi. 1980 sonrası baktığımızda sıkıntı devam etti. 2000’li yıllarda terör, PKK terörü bitme noktasındaydı. Hizbullah terör örgütünün bütün her şeyini biz ortaya çıkarmıştık. Hizbullah’da tamamen bitmişti. PKK’nin parasal sıkıntıları vardı. Dağılma aşamasındaydı. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara geldikten sonra son 10-11 dağılmakta olan örgüt, devlet ile masaya oturtturuldu. 70 milyar dolarlık bir servete ulaştırıldı. Ve bugün özgürleştirildi. İşte asıl soru burada. Yani bu örgütü kullanan ABD ve Avrupa Birliği, İsrail ve bizi kuşatan ülkeler bakımından değerlendirdiğimizde biz aslında PKK ile mücadele etmedik. Bu ülkeler ile mücadele ettik. Fakat o günde bugünde bakıldığında bu mücadele alt yapısında büyük eksiklikler var. Hala da devam ediyor. Şimdi de iktidar halkı aldatmak üzere. Çünkü bu gücü kullanan güçler bunu profesyonel bir biçimde Suriye’de, İran’da ve Ortadoğu’da, Kafkasya ve Hazar Havzasında kullanmak üzere yeni güvenli yerlere doğru çekerken Türkiye’de geçici olarak durdurmuş vaziyette. Bütün bu bilgiler bilinmiş olmasına rağmen iktidar sahipleri ve muhalefetin buna karşı bir proje geliştirememesinden dolayı sıkıntı devam ediyor. Senaryo bu ve senaryo devam ediyor. O açıdan da iyi bir değerlendirme halk nezdinde yapılamıyor. Halk şimdi gece gündüz televizyonlarda senaryoya kandım durumda. İşte PKK dışarı çıkartılıyor, terör bitti diye. Aslında proje tamamen belli.
Türkiye’nin rejimi ve haritası değiştirilmek isteniyor
Pekiyi nedir tam olarak proje?
Aslında Türkiye’nin tamamen rejimi değiştiriliyor. Haritaları değişiyor. Ve büyük Kürdistan devleti ile beraber Ermenistan devletinin kurulması projesi var. Ayrıca Büyük Gürcistan devleti de proje halinde. Zaten Türkiye, Batum’daki haklarını zayi etti. Gerek Çarlık gerekse de Bolşevik rejimleri döneminde yüzde 75-80 olan Müslüman nüfusunun yüzde 30, 35’lere düştüğünü görüyoruz. Ve Türkiye orada kendi haklarını dahi görmezden geldi. Ve orayı sahiplenemedi. Karadeniz havzası ABD ve emperyalist güçler açısından çok önemli bir bölge. Doğu Akdeniz’e ve Basra Körfezine egemen olmak isteyen yeni Haçlı zihniyetinin bir başka ayağının da Karadeniz Havzası olma mecburiyeti var. Karadeniz havzasına el koyamaz ise, Karadeniz havzasının ayağı olmadığı takdirde, kıta eksenli politikada Muaffak olamayacağı bir gerçek. Çökmekte olan ABD mali ve ekonomik yapısı ile Avrupa Birliği’nin mali ve ekonomik yapısı yeni gelişmekte olan büyük insan potansiyeli ile daha ham ve kullanıma açık olmayan yer altı kaynaklarına hakim olabilmek açısından Karadeniz havzasının önemi büyük. Bu konuda geçmiş hükümetler hiçbir zaman bu emperyal güçlerin buraya ayak koymasına müsaade etmedi ve etmemek içinde çok direndi. Ve çok da bedel ödedi. Şuanda bütün hedef, büyük Kürdistan devletinin kurulması ile birlikte işte Ermenistan ile ilgili oradaki Rusya’nın hakimiyeti biraz kuşku gibi görünmüş olsa da bu emperyal güçler bakımından Gürcistan bu projeye açık bir şekilde. Bu çalışmalarda yoğun bir şekilde devam ediyor. Türkiye bu büyük projede sanki bunlara ağabeylik yapacakmış gibi. Suriye’deki parçalanmadan kaynaklanan devletçikler, gerekse Irak’taki parçalanmadan kaynaklanan devletçikler ve gerekse de İran’daki parçalanmadan kaynaklanan devletlerin büyük ağabeyi olacakmış aldatması içerisinde. Aslında Türkiye toprak kaybediyor. Toprak ekleyecekmiş gibi ters bir yaklaşım ile sınırlar ve rejim değişirken toprak kaybediyor. Ve bunu da göre göre bu projeye sırf kendi çıkarları için ses çıkarmıyorlar. Ve buna da inanmış vaziyetteler. Biz çok genişliyoruz. Misak-i Milli Sınırlarına taşıyoruz diye kendi kendini aldatıyorlar. Oysa yıllarca Kuzey Irak’taki yapıyı koruyan ABD, İngiltere, İsrail bizim sınırdan bir metre bile öteye geçmemizi engelledi ve müsaade etmedi. Hatta ikinci Körfez savaşında Türk askerinin o tarafa geçmesini bile kabul etmedi. Bütün bunlar bilinmesine rağmen halen bu projeyi devreye sokmak gafleti içerisinde iktidar sahipleri. Ve işin çok acı tarafı Suriye’de çok agrasif politika uygulayan ve geçmişte çok dostane ilişkiler içerisinde olan iktidar sahipleri, emperyal güçlerin arzuları doğrultusunda sürdürdükleri çok agrasif politika uygularken 11-12 yıl PKK ile hiç mücadele etmedi. Ekonomik ve mali anlamda çok büyüdü. Ve iktidar güvenlik alt yapısını geliştirmedi, batı ülkelerinin kabul ettiği güvenlik alt yapıları anlamında hemde adalet altyapısını geliştirmedi. Ve böylece de PKK’ya geçit vermeyen Doğu ve Güneydoğu’daki vatandaşları sahipsiz bıraktı. Açlığa, yoksulluğa, işsizliğe mahkum etti. Ve PKK’ya mahkum etti. Ve öyle bir duruma geldi ki son zamanlarda PKK, Oslo süreci aracılığıyla da uluslar arası arenaya taşınmış oldu. Kürt sorunu diye taşındı ve PKK bunun lideri gibi takdim edildi. Ve önümüzdeki süreçlerde, gelecek beş yıllar, on yıllar içerisinde de Türkiye çok büyük bedellerle, çok büyük tehditlerle karşı karşıya kalacak. Bu geçici helalleşme, barış yalanı, bu iktidarın kendini daha ileriye taşıma, biraz daha soluklanma ve halkı aldatma çalışmasından başka bir şey değildir.
Ergenekon ve Balyoz, emperyalist işler
Gelelim Ergenekon olayına. Sizce gerçekte böyle bir yapılaşma var mı? Ve siz bakan olduğunuz dönemde böyle bir yapılaşmanın farkında mıydınız? Ergenekon diye bir terör örgütünün ve yargılama sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Adı Ergenekon ve diğer olaylar dediğiniz de Balyoz falan, bunların hepsi arşivde olan ve geçmişte yarı sonuçlandırılmış, yarı sonuçlandırılmamış bilgiler. Darbe planları da, bu iktidar zamanında darbe planları, bilgileri mevcut idi. Darbenin yapılmasının kimlerin tetiklediği, o dönem bu olaylarda kimlerin rolü olduğu. 28 Şubat sürecinde o dönem ki ABD Büyükelçisinin rolü anlamında ve Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara gelmeden önce sonra ki darbe teşebbüsleri ve çalışmaları arşivlerde bilinen bilgiler. Bunu o zaman devreye sokmadılar. Niçin sokmadılar? Çünkü Türkiye’nin değişime uğraması ve halkın meşgul edilmesi için böyle alt yapı ve böyle sorgu alt yapılarına ihtiyaç vardı. Ve bu konuda da kullanılan insanlar, geçmişten bugüne kullanılan insanlar, onlar üzerinden bu Silivri Mahkemeleri ortaya çıktı. Ve halk bununla meşgul edildi. Buna temel anlamda bakıldığında bütün bu çalışma içerisinde yolsuzluklar, kara para ekonomisi, kayıt dışı ekonomisi, yolsuzluk ekonomisi, terör ekonomisi, kaçakçılık, kumar ve fuhuş ekonomisi acayip gelişti. Ve buradan PKK büyük para sahibi oldu. AKP ve yandaşları büyük mali ve ekonomik güce ulaştı. Ve aynı zamanda cemaatlerde buradan çok büyük bir ekonomik güce ulaştı. Ve Türkiye üçlü devlet algısı ile karşı karşıya kaldı. Ve bugün temel kamu hizmetlerini yapmakla hükümlü kurumların hepsi siyasetin tehdidi ve tutsağı altında. Özel sektöründe korku ve panik havası altında ve hükümetinde tehdidi altında olduğunu bugün görüyoruz. Tabi en büyük tutsaklık, siyasi kadroların tutsaklığı, Türk Milleti’nin tutsaklığıdır. Yani adı Ergenekon, balyoz ve diğer sorgulamalar bakımından bakıldığında Türkiye’nin siyasi zihniyetinin Cumhuriyeti’nin temel felsefesinin ve haritalarının değiştirilmesinde halkın meşgul edilmesi ve siyaset eliyle de Türkiye’nin değiştirilmesi projesi. Bunda Muaffak oldular. Bunda başarılı olunmasında geçmişten bugüne kadar ki özellikle PKK üzerinden yetiştirilmiş entelektüel kadro ve aynı zamanda Türkiye’yi temsil edecek entelektüel kadroların cesur olamaması ve sokağa inip halkı bilinçlendirememesi, Türkiye’yi bölmek ve parçalamak isteyen zihniyetlerin çok üst düzeyde yetişmiş ve çok büyük parasal desteklerle gece gündüz televizyon ve gazetelerde hakimiyetlerine devam ettirmeleri, milleti kırbaçla döver gibi dövmesi geçmişten bugüne kadar ki çok büyük bir projenin dışa vurumu, bu da bilgi savaşlarının bir yansıması olarak ortaya çıkıyor. Bu bilgi savaşlarında insanlar kirli bilgilerle adeta dövülüyor. Gerçek bilgiler toplumdan uzaklaştırıldığı içinde toplumla buluşmadığı için halkın muhakeme kabiliyeti, olayları birbirine bağlama yeteneği de düşüyor. Türkiye bugün en büyük tehdit olarak bununla karşı karşıya. Tabi burada gerek enerji, ekonomik savaşlarına karşı, gerek hukuk savaşlarına karşı ve bu kirli bilgi savaşlarına karşı Türkiye’nin bununla mücadele edecek alt yapısı falanda yok. Ne kurumsal alt yapı nede hukuksal alt yapı. Tabi bunun en belirgin şekli bu iktidarların terörün bu kadar palazlanmasındaki en belirgin şeyi, bunu milletvekillerinize de soracaksınız, 2002 yılında terörün finansmanı ve kara para ile ilgili uluslar arası sözleşme parlamentodan geçti, 2013 yılında 4 siyasi parti istemeyerek OİDS ülkeleri eğer bu yasayı çıkarmazsanız sizi terör ülkeleri listesine koyacağız tehdidi ile istemeyerek olsa da yasayı çıkardılar. Kara para ile terörün finansmanı yasası ve işin hayret tarafı bundan AKP yandaşları, cemaatler, PKK çok büyük zenginliğe ulaştı. 4 siyasi parti de bu yasanın çıkmasına karşı. O zaman akla soru üzerine soru geliyor. Demek ki yıllarca PKK ile niye mücadele edilemedi. Kimler koruyor, sorun cevabı burada gizli. Bu soruya cevap bulmak lazım. Parlamentodaki milletvekilleri Türk Milletinin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin hakkını, hukukunu korumak üzere seçilmiş ise niye onlar bu parasal gücü ortadan kaldırmak için mücadele etmiyorlar. Çünkü güç, para olunca her türlü yaptırım gücü de parayla oluyor. Buda ayrı bir şey. Yani buradaki pozisyon o. Bu soruyu da yerel parlamenterlerinize sormanız gerekiyor.
Yurt Partisi kişilikli ve kimlikli siyaset yapmak için var
Pekiyi bu olayları dile getiren ülkemizde bir çok parti var. Yurt partisinin bu partilerden farkı ne? Parlamento dışında bu olayları anlatan bir çok parti bir araya gelerek halkı bilinçlendiremez mi? Yurt partisinin ayrı hareket etmesinin sebepleri nelerdir?
Şimdi ben siyasette de politikada da çok şeyler gördüm. Partiler halkı ne kadar temsil ediyor. Halk ne kadar partilerin içerisinde partiler ne kadar iç ve dış güçlerin kontrolü altında ona bakmak lazım. Eğer iç ve dış odaklar partileri kontrol altında tutuyorsa, halkı ve ülkeyi savunacak nitelikli insanları oraya sokmaz. Tesadüfen bir iki kişi girmiş olabilir; fakat karar mercilerinde hakkı olmaz. Yani tesadüfen içlerine çok nitelikli insanlar katılabilirler, belediye başkanları ve meclis üyesi gibi partilere siyasetçi olarak katılabilirler, ama karar merciinde ne kadar etkin olur. Geçmişten bugüne kadar olan bütün siyasi kadroların söylem, davranış ve eylemlerini karşı karşıya koyduğumuzda çok güzel konuşuyorlar, çok güzel söylüyorlar; fakat eylemleri farklı. Aslında eyleme bakmak lazım. Konuşmak insanları aldatabilir, sürekli yalan konuşabilirsiniz. Bugün başka bir şey yarın başka bir şey söylüyorsunuz ama eyleminiz sizi açığa veriyor. Yurt partisi ister ki parlamentodaki bu partiler halka ait olsun ve bizi de içeri atsınlar. Ama kapılar halka ve size kapalı. Otomatik olarak bu millete kimlikli bir siyaset anlayışı bırakmadılar. Yurt Partisinin kuruluşu da kimlikli bir parti, kişilikli bir siyasi anlayış ülkeyi ve halkı temsil edecek hiç bir siyasi, mali ve ekonomik menfaat içerisinde olmayacak bir siyasi yapılanmaya ihtiyaç var. Biz 2002’de seçime giderken alelacele kurmuştuk. Ondan sonra da süreç içerisinde seçime sokulmadık, eksikleriniz var diye bilinçli olarak. Zaten bizimde parasal imkan ve kabiliyetimiz fazla olmadığı için fazla da üzerine gidemedik. Şimdi yerel ve genel seçimlere girmek için yoğun bir faaliyet içerisindeyiz. Halkımıza kendimizi anlatabilirsek, bütün bu gerçekleri, halkımızda teveccüh ederse onlara hizmet ederiz. Ama etmezlerse yapacak bir şeyimiz yok zaten. Ama biz doğruları, gerçekleri insanlarımıza anlatacağız.
Medya ile bu anlamda ilişkileriniz ne durumda? Çok fazla göremiyoruz sizi, bunun belli bir sebebi var mı?
Çoğu gazete ve televizyonların kimlerin kontrolü altında olduğunu biliyorsunuz. Oralara çıkma şansımız hiç yok zaten. Bugün televizyon ve gazetelerde halkın bilgisine sunulacak hiçbir bilgi sunulmuyor. Tamamen millet kendi besleme aktörleri ile evcilleştirilmiş aydınlar ile uyutuluyor. Ve karşılıklı onlar birbirleriyle kavga ettirilerek ne kadar fazla reyting alacağız diye tamamen konulardan uzak, milletten uzak, bilgiden uzak, gerçekten uzak, yalan üzerine programlar yapılıyor. Ve o programlarla milletin kafası ayrıştırılırken, kendi ülkesine karşı insanlar yabancılaştırılıyor ve korku, paniğe ve bitkinliğe alıştırılıyor. Keşke katsalar. Siyaset yapmak çok zor bir iş. Müthiş bir insan kaynağına ihtiyaç var. İnsanlara birebir gidip, anlatıp, onları yanınıza çekmeniz lazım. Birde Türkiye’de parti değiştirmek sanki bir iffetsizlikmiş gibi algılanıyor. Hem kendi partisinin söylem ve davranışlarından rahatsız, hemde genel başkanlarına öfkeli ve bundan bir şey olmaz diyor. Hemde orası sanki Allah’ın kurmuş olduğu bir yapı gibi oradan ayrılamıyor. Böyle bir ön yargı var Türk halkında, böyle bir tutsaklık var, o da ayrı bir şey.
Rahmetli Ecevit, yeni bir siyasi kadro ve yapılaşmaya ihtiyaç olduğunu görmüştü ve de bunda haklıydı
En son Rahmetli Ecevit yaşarken, sizinde katılımınız ile ulusalcı olan isimlerin bir araya gelerek uzmanlar buluşması adı altında bir toplantı yaptıklarını biliyoruz. O çalışma günümüzde devam etmiyor mu? Edemez mi?
Yani Rahmetli Ecevit’in başkanlığında kurulan uzmanlar kurulunu kast ediyorsunuz. Ecevit yeni bir siyasi kadroya ve anlayışa ihtiyaç olduğunu düşünerek bu toplantıyı gerçekleştirmişti. Bunu ihtiyaç olarak görmüştü. Bizde bu anlayışla katılmıştık. O toplantıda Türkiye’nin yeni bir insan kaynağına, yeni bir siyasi anlayışa ihtiyacı olduğunu dile getirmiştik. Yeni bir fikri oluşum, yeni bir strateji ile yola çıkmanın doğru olacağını o konuda çalışma yapmak üzere çok değişik, kurumsal geçmişleri olan gerek kamuda gerek özelde, arkadaşlar bir araya gelerek fikirlerini teati ediyorlardı. Bu isimlerden birisi de Kuzey Kıbrıs Türk Devleti Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş idi. O da rahmetli oldu. Tabi Ecevit’te rahmetli oldu. Bu hayata geçseydi Türkiye’de yeni bir yapılanma yeni bir siyasi anlayış gayette iyi olabilirdi.
Böyle bir yapılanma şimdi yapılamaz mı?
Böyle bir yapılanmayı şimdi biz yapmayı arzuluyoruz; fakat şimdi siyasette bir tembellik, bıkkınlık ve beklenti var. Herkes birisi gelsin, beni seçsin, hatta beni bakan yapsın, başbakan yapsın hatta Cumhurbaşkanı yapsın diye böyle bir garip beklenti var. Sokakta var böyle bir beklenti. Geçmişte siyasetin içerisinde bulunmuş iyi insanlar bile ben artık bundan bıktım. Ben yapmayacağım diye düşünüyor. Halbuki çoğunun içerisinde birisi gelsin, beni milletvekili yapsın diye de beklenti var. Ama biz yılmadan mücadeleye devam edeceğiz.
Artık yavaş yavaş röportajımızı sonlandıracak olursak eğer, sona doğru Artvin konuşalım yine. Artvin’e gelmeyi düşünüyor musunuz? Artvin gözünüzde tütüyor mu?
En yakın zamanda gelmeyi düşünüyorum. Batum üzerinden Artvin’i şöyle bir dolaşmayı düşünüyorum. Aslında gelmek isteyen çok da arkadaşımız var, bizi Artvin’e, Batum’a götür diye. İnsanlar bir vesile ile gelmeyi arzuluyorlar. Yolumuz düşerse ona göre plan yapacağız. Özlediğimi belirteyim bu noktada bir kez daha.
Çocuklarınıza, yeğenlerinize ve torunlarınıza Artvinliliği aşılayabiliyor musunuz?
Çocuklarım ve yeğenlerim çok önceleri gittiler. Onlarda var zaten bir Artvin sevgisi. Gidip gezdiler ata topraklarını. Fırsat buldukça da benden sonraki nesle Artvin ve Kafkas bölgesinin özelliklerini aktarmaya çalışıyorum.
Pekiyi buradaki Artvin sivil toplum kuruluşları ile örgütlerle bağlantı halinde misiniz? Oralara gidip gelebiliyor musunuz? Ayrıca bildiğimiz kadarıyla çok samimi olduğunuz Artvinliler var. Onlardan biride Recai Delibaşıoğlu. Bu gibi arkadaşlarınız la sık sık görüşebiliyor musunuz?
Yani burada çoğunu tanıyoruz da bir araya gelmek zor oluyor. Pek buralarda bulunamıyorum. Yoğunluktan. Ama gördüklerimiz ile eş dost sohbet ortamında konuşuyoruz.
Halkın meclisteki milletvekillerine baskı yapması lazım
Son olarak gerek milletimize gerekse de Artvin halkına mesajınız nelerdir?
Yani bugün Türkiye ciddi bir tehlike ve tehdit ile karşı karşıya, gerek içte ve dışta. Burada karamsar olmamak lazım. Daha cesur ve daha sabırlı olmak gerek. Daha kimlikli olmak gerek. Kavga ve çatışmadan uzak, daha ülkeye ve halka sahiplenecek bir duruş içerisinde olmak lazım. Siyasi kadroların tutsaklığı bizi tutsak almamalı. Onların emperyal bir gücün etkisine girdiğini hepimiz biliyoruz. Onların da yapacak bir şeyi yok. Başta onları kabul ederek bu tutsaklığa girdiler ama gördüler ki Türkiye çok kan kaybediyor ve Türkiye çok büyük risklerle karşı karşıyadır. Onları ayakta tutan siyasi kadrolara, milletvekillerine halkın baskı yaparak doğru yola çevirmelerini sağlamak gerekiyor. Ülkenin ve halkın kan kaybetmemesi ve daha büyük risklerle karşı karşıya kalmaması için halkın yoğun baskı yapması gerekiyor. Seçtiklerine karşı sorgulama yapması gerek. Çünkü bugün Türkiye’yi bu süreçten kurtaracak seçime kadar parlamentodur. Parlamentonun dışında hiçbir güç bunu başaramaz. Sivil toplum örgütleri olarak adledilen sendikalar ve diğer kuruluşlar aktif değiller. Onlar da tutsak ve tehdit altında. Sokakta hakimiyetleri yok. Zaten sokağa inmeye kalksa da Türk milletini asla tasvip etmediği bir takım gruplarla yozlaştırılıyor bu tip hareketler. Planlı yozlaştırılıyor. Ve böylece halk tiskinti içerisinde yine mi bunlar diye tekrar ülkeyi emperyal güçlerin etkisi altındaki siyasilere doğru yönlendiriliyor. Bunları iyi okumak gerek. Çünkü ülkede çok büyük bir tutsaklık var. Her hareket mutlaka emperyal güçlere hizmet eden bir etkinlik haline dönüşüyor. Onun için halkın bu konuda son derece uyanık, cesur ve kimlikli olma zaruriyeti var. Ama seçime kadar da parlamento götürecek. Bu yüzden yörelerindeki milletvekillerini baskı altına alarak iktidar ve muhalefetin duruşunu ve söylemlerinin doğru olmadığı ve ülkeyi halkı uçuruma sürüklediği ve bu konuda baskı yaparak bu siyasi anlayıştan kopmaları için baskı yapmak gerekiyor.
Artvinli hemşerilerimize özel bir şey söylemeye gerek yok. Hepsi bütün bunları gayet iyi biliyor. Hepsi iyi yetişmiş ve kendi ekonomik güçlerini ellerine geçirmiş, ülkeye ve millete hizmet eden yapıdan gelen insanlar. Onlara bir şey söyleme şeyimiz yok. Bilgi bakımından bizlerde daha iyiler. Her birine ayrı ayrı selamlarımı iletiyorum.
Bizlerde sizlere çok teşekkür ediyoruz. Selam ve saygılarınızı iletmek bizlere gurur verecektir.
Hopam.com'un notu: Okuduğunuz haber sitemize 27.05.2013 tarihinde Hayati Akbaş tarafından girilmiştir. Her ne kadar yayın ilkelerimiz doğrultusunda belli bir süzgeçten geçirmiş olsak da haberin yazım kurallarına ve etik teamüllere uygunluğu, içeriğinin doğruluğu ve tarafsızlığı Hopam.com tarafından garanti edilmemektedir. Bununla birlikte, haber metni veya ilgili diğer materyalleri kısmen ya da tamamen kopyalanması, yayımlanması, uyarlanması, çevirisinin yapılması, değiştirilmesi ve başka yayın organlarında paylaşılması söz konusu muhabirin iznine tabidir.
Önemli Notlar:
1. Hopam®.com sayfalarında yayınlanan yazılardaki fikirler, yorumlar ve görüşler, Hopa'da yaşayan insanları, Hopa'nın herhangi bir kamuya ait veya özel bölümünü ya da idari yapısını, herhangi bir etnik/politik gurubu, veya diğer ilgili hiçbir özel/tüzel kişiliğini hiçbir şekilde bağlamamaktadır.
2. Sitemiz rengini doğadan aldığından bünyesinde sürekli evrimsel bir değişim ve dönüşüm hali barındırır.
3. Sitede yayımlanan tüm içerik, kısmen ya da tamamen kopyalanarak başka bir yerde kaynak gösterilerek kullanılabilir. Bunun için gerekli ve yeterli koşul, söz konusu içeriği sitemize ekleyen kullanıcının bu doğrultuda izin vermiş olmasıdır.
4. Üyelerimizin, ekledikleri her türlü içerik hakkında sorumlu olduklarını varsaymaktayız. Takip et: @hopam
Tweetle