Derelerin Kardeşliği Platformu dönem sözcüsü Ömer Şan yaptığı basın açıklamasında “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Yasa Tasarısı” hakkında TBMM ve Kamuoyuna Çağrı yaparak yasanın geri çekilmesini istedi.
Ömer Şan tarafından yapılan basın açıklamasında şu ifadelere yer verildi. “Doğal Yaşam Alanlarımızı kurduğumuz, tarihi, sosyal ve kültürel değerlerimizi koruduğumuz Vadilerimizi yok ederek, ortadan kaldıracak ve geri dönüşümsüz zararlar verecek olan, ‘Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Yasa Tasarısını’ Protesto Ediyoruz…
Önümüze, ‘büyük bir yenilik’ diye getirilen ve 2010 Ekim sonunda Meclis’e sunulan ve şimdi de TBMM Genel Kurul’unda görüşmeye hazırlanan, yaşam alanlarımızın ve doğal hayatın ‘Ölüm Fermanı’ olan ‘Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Yasa Tasarısı’ bir an önce geri çekilsin!
Eğer bu tasarı yasallaşırsa:
‘Su Kullanım Hakkı Sözleşmesi’ imzalamış ve/veya HES (Hidroelektrik Santral) için lisans almış tüm şirketlerin önünde engel olarak duran ‘havza koruma statüleri’ kaldırılacaktır. Böylece Milli Park olan Fırtına ve Munzur Vadisinde, Maçahel’de; Arılı, Çağlayan, İkizdere, Uzungöl, Papart Vadileri gibi Doğal SİT Alanı ilan edilen vadilerde, yaylalarda ve doğal yaşam alanlarımızda şirketlerin faaliyetleri yasallaşacak; taşocağı, HES ve benzeri inşaatlar hız kazanacaktır.
Bu yasa tasarısı ile tüm tabiat kararları, doğal alanları kimlerin nasıl kullanılacağı ile ilgili karar verme yetkisi ilgili Bakanlıklara verilecektir.
Kaldı ki, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın eşgüdümle alacağı kararlar, Bakanlıklara bağlı bürokratlar, Bakanlıkların belirleyeceği akademisyen ve yine Bakanlıkların seçeceği STK temsilcilerinden oluşan kurullar tarafından verilecektir.
Koruma statüleri iptal edilen vadi ve havzalarda yeniden koruma alanlarının belirlenmesi için 3-8 yıl kadar bir süre gerekmektedir. Bakanlığın, bağlı bulunduğu hükümetin politikasını yerine getirecek kararları bu boşta kalan süre zarfında vereceği ve tüm doğal alanları ‘Koruma’ esaslı değil ‘Kullanma’ esaslı değerlendirileceği ve ‘ticarileştireceği’ açıktır.
Bu Yasa Tasarısı derelerini, ormanlarını, toprağını, su havzalarını korumak için direnen halkın karşısında rant hesaplarıyla doğal yaşam alanlarımıza saldıran şirketlerin çıkarlarını savunmaktadır. Öyle ki, sırf bu yönde adeta ‘ısmarlama’ bir düzenleme gibi durmaktadır!
Bu Tasarı yasallaşırsa hazine arazileri, meralar, ormanlar ve su havzaları kullanıma açılacaktır! Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Orman ve Su İşleri Bakanlığı, yasadan aldığı yetki ile gerekli gördüğünde doğal alanlarla ilgili izinler, intifa veya irtifak haklarını üçüncü şahıslara devredilebilecektir!
Yasa Tasarısına göre, tür ve habitatları koruma bahanesi ile doğal alanların işletme yetkisi ‘Bakan onayı’ ile İl Özel İdarelerine, Belediyelere, Vakıf ve Derneklere verilebilecektir. Böylece sadece doğal alanlar değil Anadolu’da yetişen tüm biyolojik tür ve çeşitler de doğrudan ‘Bakan’ın yetkisi ile ticarileştirilebilecektir.
Bakanlık, bu Yasa ile koruma alanlarına ait ‘uzun devreli gelişme planı’ yapma yetkisini de özel kuruluşlara devretmektedir. Yasaya göre şirketlerin kullanımına sunulan doğal alanlar, -yüzyıllardır buralarda üreterek var eden ve koruyup kollayarak günümüze kadar ulaştıran halka karşı da- özel güvenlik güçleri ile korunacaktır!
Bugün Anadolu’nun pek çok yerinde yerli ve yabancı, uluslararası sermaye şirketlerinin HES yapmak için yağmaladığı vadilerde, su havzalarında derelerini korumaya çalışan yöre halkına polis, çevik kuvvet, jandarma ve özel güvenlik kuvvetleri ‘orantısız güç kullanılarak’ müdahale etmektedir! Benzeri müdahalelerin, elinden merası, toprağı, deresi, suyu, ormanı ya da tarlası kamulaştırılarak elinden alınanlar için de yaşanacağı açıktır.
Unutulmamalıdır ki;
Bu tasarı ile birlikte doğal, tarihi ve kültürel varlıkların ticarileştirilmesi için yapılan tüm uygulamalar;
Türkiye'nin taraf olduğu Bern Sözleşmesi, Avrupa'nın Yaban Hayatı ve Yaşam Alanlarını Koruma Sözleşmesi (Türkiye 1984’de imzaladı), Dünya Mirası Sözleşmesi, Dünya Kültürel ve Yaban Mirasının Korunması (Türkiye katılımı 1983), Ramsar Sulak Alanlar Sözleşmesi (1971-Türkiye 1994) gibi uluslararası anlaşmalara da aykırıdır.
Doğal alanların korunması ile ilgili tüm uluslararası anlaşmaların da yok sayıldığı bugün gelinen noktada idare, yani Çevre ve Şehircilik Bakanlığı il Orman ve Su İşleri Bakanlığı; yasa yapma-yürütme, plan değişikliği yapma ve uygulama hakları ile donatılmış, su havzalarını bütünleşik olarak yöneten, AB Su Çerçeve Direktifine uyumlu kamu-özel ortaklığıdır.
Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Yasa Tasarısı ile SİT ve tabiat koruma kararlarının ‘iptal’ edilmesi de dâhil tüm değişikliklerle, doğal ve kültürel varlıkların kullanımı, paydaşların yönetimine ve kullanımına sunulmaktadır. Paydaşlar; doğayı ve doğal varlıkları sermaye birikimine sokan/sokacak olan şirketler, ilgili kamu/özel kurumları ve bu kurumların seçtiği (şirket-kamu işbirliğindeki) sivil toplum kuruluşlarıdır.
Yasa ile tüm Anadolu’da ‘Su Kullanım Hakkı Sözleşmeleri’ ile HES yapımı için 49 yıllığına şirketlere devredilen su gözesi, dere, dere parçası ve havzasında yapımı planlanan 2300 (iki bin üç yüz) civarında HES ve 10. 000 (on bin) civarında olacağı varsayılan mikro-HES'lerin (0, 5 mw'dan daha az kurulu gücü olan HES'lerin) yapılacağı alanların ticarileştirilmesinin, ormanların ve meraların şirketlerin kullanımına açılmasını, maden arama ve çıkarma faaliyetlerinin yolunu daha da güçlü açmış olacaktır.
Bizler;
Sularımızı, doğamızı, yaşam alanlarımızı, dereleri, meraları, ormanları, yeraltı sularını, madenleri, biyolojik tür ve çeşitliliği şirketlerin sermaye birikimine sokan,
Bugüne değin alınmış SİT kararlarını ve Tabiat Parklarını, Milli Parkların koruma kararlarını kaldıran,
Doğal alanlar ile ilgili kararları Hükümetin politikaları doğrultusunda alan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın kurullarına ve Bakan’ın doğrudan onayına bırakan,
Yöre halkını ve orada yaşayan canlıları yok sayan, ‘Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Yasa Tasarısı’na KARŞIYIZ.
Kapitalizm, parasına para katmak için sözde enerji bahanesiyle binlerce HES projesini, onlarca termik ve nükleer santrali, zehir saçan madencilik çalışmalarını, taş ocaklarını ülkemiz halkının başına ve doğasına bela etmeye, bir kanser virüsü gibi bütün vadilerine ve yaşam alanlarımıza enjekte etmeye çalışıyor…
Bizleri ‘bir avuç çapulcu’, ‘bir takım çevreci tipler’ olarak niteleyenler, sularımıza, vadilerimize, yaşam alanlarımıza göz koyduğu gibi canımıza da kast ederek, ‘eşkıyalıkla’ özdeşleştirmeyi sürdürüyorlar…
Yılmadık, yılmıyoruz, yılmayacağız…
Tamamen bağımsız yerel bir halk hareketi olma özelliğinden ödün vermeyen Derelerin Kardeşliği Platformu olarak insana, yaşama, doğaya ve çevreye, yaşam hakkına saygılı ve duyarlı herkesi; ülkemizin eşi benzeri olmayan yeşilini, biyolojik zenginliğini, toprak ve su kaynaklarını, tarihi, sosyal, kültürel değerlerimizi oluşturduğumuz, üreterek var ettiğimiz, geçmişimizden geleceğe taşımak için emanet aldığımız doğal yaşam alanlarımızı korumaya ve bu uğurda verilen mücadeleye destek vermeye çağırıyoruz.
Platformumuz, tüm canlıların yaşam kaynağı olan suyun, sadece enerji kaynağı ve para kazanma aracı olarak görülmesini ve ticarileştirilmesini reddetmektedir.
Su, ticari bir mal değil, tüm canlıların yaşamını sürdürebilmek için ulaşmaya hakkının olduğu doğal bir varlık, ekolojik sistemin ayrılmaz bir parçasıdır. Tüm canlıların sudan yararlanma hakkı vardır. Hiçbir canlı kendisinin su ihtiyacının daha önemli ve suya ulaşma hakkının daha öncelikli olduğunu ileri süremez.
Su, bulunduğu ortamın asli unsurudur. Hiçbir şekilde yatağı değiştirilemez, bulunduğu alandan başka bir alana taşınamaz. Doğal yaşam ile su ilişkisini dikkate almayan hiçbir karar, uygulama ve yasal düzenleme kabul edilemez.
Suyun kullanımı ekolojik, çevresel, kültürel ve sosyal sürdürülebilirlikten uzak ele alınamaz.
Bütün karar vericiler ve taraflar; başka canlılar, çocuklar yokmuş, gelecek kuşaklar olmayacakmış gibi sürdürdükleri bu bencil davranışlardan, anlayışlardan vazgeçmelidir. Unutulmamalıdır ki, kararı bizim neslimiz verecek, ancak bu karar bütün nesillerin geleceğini etkileyecektir.
Saydığımız bütün bu nedenler ve çekincelerimiz dolayısıyla, TBMM Genel Kurul’unda görüşülmeye hazırlanılan bu Yasa Tasarısı’nın biran önce geri çekilmesini,
Dünya ve Avrupa’da oldukça üst düzeyde olan ve ülkemizde sadece yüzde 4 gibi yok denecek bir düzeyde olan korunan alanlarının, kendi çıkar ve rant hesaplarına karşı tehdit olarak görülmesinden vazgeçilmesini istiyoruz.
Bu doğrultuda sorumlu ve ülkesini seven bütün yurttaşlarımızı, kurum ve kuruluşları, sivil toplum örgütlerimizi, TBMM’de yer alan ve almayan bütün siyasi partilerimizi, tüm milletvekilleri ve yetkilileri sorumluluk almaya ÇAĞIRIYORUZ”. . .
Hopam.com'un notu: Okuduğunuz haber sitemize 11.03.2013 tarihinde Hayati Akbaş tarafından girilmiştir. Her ne kadar yayın ilkelerimiz doğrultusunda belli bir süzgeçten geçirmiş olsak da haberin yazım kurallarına ve etik teamüllere uygunluğu, içeriğinin doğruluğu ve tarafsızlığı Hopam.com tarafından garanti edilmemektedir. Bununla birlikte, haber metni veya ilgili diğer materyalleri kısmen ya da tamamen kopyalanması, yayımlanması, uyarlanması, çevirisinin yapılması, değiştirilmesi ve başka yayın organlarında paylaşılması söz konusu muhabirin iznine tabidir.
Önemli Notlar:
1. Hopam®.com sayfalarında yayınlanan yazılardaki fikirler, yorumlar ve görüşler, Hopa'da yaşayan insanları, Hopa'nın herhangi bir kamuya ait veya özel bölümünü ya da idari yapısını, herhangi bir etnik/politik gurubu, veya diğer ilgili hiçbir özel/tüzel kişiliğini hiçbir şekilde bağlamamaktadır.
2. Sitemiz rengini doğadan aldığından bünyesinde sürekli evrimsel bir değişim ve dönüşüm hali barındırır.
3. Sitede yayımlanan tüm içerik, kısmen ya da tamamen kopyalanarak başka bir yerde kaynak gösterilerek kullanılabilir. Bunun için gerekli ve yeterli koşul, söz konusu içeriği sitemize ekleyen kullanıcının bu doğrultuda izin vermiş olmasıdır.
4. Üyelerimizin, ekledikleri her türlü içerik hakkında sorumlu olduklarını varsaymaktayız. Takip et: @hopam
Tweetle