Bugün, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilişinin 64. Yıldönümü olması nedeniyle İnsan Hakları Derneği ve İnsan Hakları Vakfı ortak açıklama yayınladı.
İnsan Hakları Derneği ve İnsan Hakları Vakfı tarafından bütün Ulusla, Bölgesel ve yerel basına yapılan basın açıklamasında şu ifadelere yer verildi. “Evrensel Bildirge’de yer alan hak ve özgürlüklere dayalı uluslararası bir düzen hala kurulamamıştır. İnsanların ırkından, renginden, cinsinden, cinsel yöneliminden, dilinden, din ve mezhebinden, inancından, etnik kimliğinden, siyasi-vicdani ve felsefi kanaatinden bağımsız olarak, insan olmaktan gelen hakları ve dokunulmazlıkları olduğu temel fikri dünya çapında yeterli koruma bulamamaktadır. İnsanlık korkudan ve yoksulluktan kurtulma hakkını kullanamamaktadır. Siyasal iktidarlar insan haklarını araçsallaştırılmaya devam etmektedir.
2012 yılında da 11 Eylül 2001 saldırılarının sonrasında geliştirilen güvenlik eksenli politikaların uygulanmaya devam ettirilmesi sonucu hak ve özgürlükler “terör” bahanesi ile kısıtlanmaya çalışılmış, dünyadaki militarist ve otoriter yönetim anlayışları güçlenmiştir. Bunun yanı sıra NATO’nun yeni strateji belgesi ve geliştirmeye çalıştığı füze kalkanı projesi bölgesel savaşların yaşanma ihtimalini artırmıştır.
Öte yandan Neo -liberalizmin etkisiyle uluslararası sermayenin küreselleşme politikalarının yol açtığı ağır ekonomik kriz tüm dünyayı etkilemeye devam etmiştir. Bu nedenle 2012 yılında dünya halkları derinleşen işsizlik, açlık ve yoksullukla birlikte artan yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve nefret söyleminin öne çıktığı hak ihlallerine maruz kalmıştır. 2012 yılında birçok ülkede adeta uluslar arası sermayenin el koyduğu ve teknokrat hükümetler eliyle yönettiği yeni bir yönetim biçimine geçilmiş, milyonlarca insanın ekonomik ve sosyal hakları sermayenin insafına terk edilmiştir.
Buna karşın dünyanın her yerinde, bilhassa da Avrupa ve Ortadoğu’da geniş halk kitleleri bu gidişe dur demek ve haklarını korumak için sokaklara çıkarak protestolarda bulunmaya devam etmiştir. Ortadoğu da biryandan ‘Arap Baharı’ olarak adlandırılan gelişmeler sırasında kitle gösterilerine yönelik iktidarların müdahale ve bastırma girişimleri, diğer yandan başta Libya olmak üzere Suriye’de yaşanan iç savaş ve İsrail’in Filistin’e yönelik saldırıları sonucunda başta yaşam hakkı olmak üzere ağır insan hakları ihlalleri yaşanmıştır.
Kapitalizmin aşırı ve kontrolsüz üretiminin etkisiyle küresel ısınma dünyanın ekolojik dengesini bozmuş, insanlığı doğanın büyük gücüyle baş etmesi gibi ciddi bir sorunla karşı karşıya bırakmıştır. 2012 yılında dünyanın değişik bölgelerinde yaşanan deprem, sel, kuraklık vb doğal afetlerin ardından yüz binlerce insan kendi kaderleri ile baş başa bırakılmış, başta barınma, beslenme, sağlık, mülkiyet, iş ve eğitim hakkı olmak üzere pek çok hak ihlaline maruz kalmıştır.
2012 yılına Türkiye açısından baktığımızda Kürt sorunu, Türkiye'nin insan hakları ve demokrasi genel sorununun en önemli halkası olmayı sürdürdü. Diyalog ve çözüm süreçlerinde yaşanan tıkanma şiddet ve çatışma ortamının tırmanmasına, dolayısıyla da yaşam hakkı ihlallerinde kaygı verici bir artışa yola açtı. Siyasal iktidarın Kürt sorununda izlediği güvenlik politikası çözümsüzlüğü derinleştirmiş, KCK adıyla anılan polis operasyonlarıyla Kürtlere, toplumsal muhalefete ve tabi ki BDP’ ye uygulanan yargı yoluyla baskı politikası halklar arasında duygusal kopuşa giden süreci hızlandırmıştır. Tam bir ayrımcılık yapılarak, sadece düşüncelerini sözle ve gösteriyle ifade eden BDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması için harekete geçilmesi Kürt siyasal hareketini yeni arayışlara itecek kadar tehlike içermektedir. Otoriterleşen iktidar bunu göremeyecek kadar körleşmiştir. Otoriterlik, Türkiye’nin demokratikleşmesinin önündeki en büyük engel olarak durmaktadır.
Ölüm cezasının kaldırılmasının üzerinden 10 yıl geçtikten sonra otoriterleşen başbakanın tekrar tartışma açarak ölüm cezasını hatırlatması, insan haklarına dayalı bir demokratikleşmeyi gerçekleştiremeyeceğimize dair bir karamsarlık havası oluşturmuştur. Buna rağmen, insan hakları savunucuları ölüm cezasının tekrardan geri getirilmesine izin vermeyecekleri de unutulmamalıdır.
Bunun yanı sıra işkence yasağı ihlalleri, kamuoyunu yakından meşgul eden çeşitli davalardaki adil yargılanma hakkı ihlalleri, ana dilde savunma hakkının engellenmesi, keyfi ve uzun süren tutuklamalar, düşünce ve ifade özgürlüğü önündeki engeller, asker intiharları, tutuklu milletvekilleri, gazeteciler, sendikacılar, öğrenciler, avukatlar, Kürt siyasetçiler, aydılar kısacası itiraz eden her kesimin yargı baskısı ile susturulmaya çalışılması, cezaevlerinde ölümler, açlık grevleri, kadına yönelik şiddet, çevre ve ekoloji sorunları, ekonomik ve sosyal haklardaki kayıplar, iş kazaları/cinayetleri, toplanma ve gösteri hakkına yönelik müdahaleler gibi başlıkların 2012 yılında öne çıktığını görüyoruz.
Bu başlıkların yanı sıra, her ne kadar 2011’in son günlerinde gerçekleşse de sonuçları ve yol açtığı acılar 2012 boyunca yayılan Şırnak/Uludere (Roboski) katliamı ile yine önceki yılın konusu olmak birlikte temel hak ve özgürlükleri amasız ve fakatsız güvence altına alması bakımından önemini koruyan yeni bir anayasanın yapım süreci 2012 yılında insan hakları açısından öne çıkan konular olmaktadır.
Roboski’de 19’u çocuk yaşta olan 34 yurttaşımızın savaş uçaklarından atılan bombalar ile katledilmesi olayı üzerinden bir yıl geçmesine karşın hala sorumluları ortaya çıkarılamadığı ve adalet tesis edilemediği için bu olayın yüreklerdeki acısı bütün yakıcılığı ile sürmekte, vicdanları rahatsız etmektedir. Bu katliamda sorumluların ortaya çıkarılamaması, yargının tarafsız ve bağımsız olmadığının da adeta kanıtı olmuştur.
2012 yılında Alevilerin eşit yurttaşlık hakkı mücadelesine siyasal iktidar kayıtsız kalmış, özellikle Ortadoğu politikasında anti Kürt-Anti Alevi söylemi bu kesimleri derin bir endişeye sevk etmiştir.
2012 yılında darbecilere yönelik davalar açılması ve 12 Eylül döneminde yapılan işkencelerin soruşturulması önemli olmakla birlikte, siyasal iktidarın geçmişle yüzleşmeyi mahkeme salonlarının dışına çıkarmak istememesi, insanlığa karşı suçlarda zamanaşımını ortadan kaldırmaması, akıbeti bilinmeyen yüzlerce gözaltında kaybın araştırılmaması, yüzlerce toplu mezarın görmezden gelinmesi, özelikle doksanlı yılardaki faili meçhul cinayetlerin üzerine kararlılıkla gidilmemesi, BM Kayıplar Sözleşmesine taraf olunmaması, Uluslar arası Ceza Mahkemesinin yargı yetkisinin tanınmaması bu alanda yapılacak daha çok şeyin olduğunu göstermektedir. Siyasal iktidar gerçek bir geçmişle yüzleşmeden kaçmakta, birkaç dava ve soruşturma ile bu süreci geçiştirmek istemektedir.
Genel olarak ifade etmeye çalıştığımız çeşitli hak kategorilerindeki yaşanan ihlallere bir de kurumlarımıza ulaşan veriler ışığında bakmakta fayda bulunmaktadır.
1 Ocak – 30 Eylül 2012 tarihleri arasında çıkan çatışmalarda, 185 asker, polis ve korucu, 224 PKK’li militanı ve 16 sivil olmak üzere 425 kişi yaşamını yitirmiştir. 319 asker, polis ve korucu, 12 militan ve 124 sivil olmak üzere toplam 455 kişi yaralanmıştır. Kara mayınlarının patlaması sonucu 16 kişi yaşamını yitirirken, 37 kişide yaralanmıştır. Meskûn mahalde patlatılan bombalar sonucunda 14 kişi yaşamını yitirmiş, 15‘i güvenlik görevlisi, 91’i sivil olmak üzere 106 kişi yaralanmıştır.
Güvenlik güçlerinin şiddeti sonucu ölümler 2012’de de devam etmiştir. Yılın başından 30 Kasım 2011 tarihine kadar yargısız infaz, dur ihtarı ve rastgele ateş açma sonucu 35 kişi yaşamını yitirmiştir.
Aynı dönemde 19 faili meçhul cinayet işlenmiş, cezaevlerinde 13 ü Şanlıurfa Cezaevinde yanarak olmak üzere 69 kişi, gözaltı merkezlerinde ise 9 kişi şüpheli bir biçimde yaşamını yitirmiştir.
2012 yılında da “işkenceye sıfır tolerans” söylemi lafta kalmaya devam etmiştir. Kasım ayı sonuna kadar TİHV’e yapılan işkence ve kötü muamele başvuru sayısı 506’dır. 217 kişi aynı yıl içinde işkence gördüğünü belirtmiştir. İHD’nin verilerine göre ise 2012 yılının ilk on ayında işkence gördüğünü belirten kişi sayısı 397’dir. Resmi kayıtlı mekânlar dışındaki yerlerde (sokakta, araçlarda, toplantı ve gösterilere müdahale sırasında) işkence ve kötü muamele uygulamalarının sıklığı artmakta, cezasızlık işkenceyi teşvik etmektedir. Hala işkence yapanlara resen dava açılmıyor, açılan davalar da çok uzun sürüyor, beraat ya da en asgari cezalar ile sonuçlanıyor. Kaldı ki mevcut mevzuatımızda da hala “zamanaşımı” gibi mutlak yasak anlayışıyla bağdaşmayan pek çok düzenleme bulunuyor.
Öte yandan askeri ceza ve disiplin evleri de yoğun işkence ve kötü muamele iddialarına karşın hala her türlü denetimden uzak kapalı bir kutu durumundadır. Cezaevlerinin izlenmesi ve denetimi için 4681 sayılı kanunla kurulmuş olan ceza infaz kurumları ve tutukevleri izleme kurulları, yasal kısıtlılık nedeniyle askeri ceza ve tutukevlerinde izleme ve denetim yapamamaktadırlar Buralarda yaşanan işkence ve kötü muamele olayları hakkında ancak bir ölüm gerçekleştiğinde kamuoyunun bilgisi olabiliyor.
Ayrıca TSK da asker intiharları dikkat çeken bir durumdur İşkence ve kötü muamelenin yoğunluğu, şikâyet mekanizmalarına ulaşma konusunda yaşanan sıkıntılar ve denetim eksikleri ve baskılar zorunlu askerlik hizmeti yapan kişilerde çaresizlik duygusunun artırarak intihara yol açmaktadır. www. askerhaklari. com sitesinin verilerine göre 1 Ocak - 30 Kasım 2012 tarihleri arasında 44 asker intihar ederken, siteye 62 işkence ve kötü muamele başvurusu yapılmıştır.
Vicdani retçilerin 2012 de AİHM’in “sivil ölüm” olarak nitelediği ağır muamelelere maruz kalmalarına yol açan uygulamalar devam etmiş, AİHM karaları yine yerine getirilmemiştir.
2012 yılında Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü hakkına yönelik yine ciddi müdahaleler olmuştur. Müdahaleler sonucu 4 kişi yaşamını yitirmiş, 555 kişi yaralanmıştır. Güvenlik görevlilerinin aşırı ve orantısız güç kullanımında kimyasal aparatlar ( biber gazı ) önemli bir yer tutmaktadır. Nitekim ölüm olaylarının tamamı gazın etkisi ya da gaz bombası kapsülünün isabet etmesi sonucu gerçekleşmiştir. Ayrıca bu tür müdahaleler sırasında 6529 kişi gözaltına alınmış, 1831 kişi tutuklanmıştır. Müdahalelerde işkence dâhil her türlü kötü muamele yaşanmıştır. 2012 yılında İHD verilerine göre sadece üç ayrı özel raporda ( nevroz, açlık grevleri, 14 Temmuz ) belirtilen gösteri hakkı ihlalleri durumun vahametini ortaya koymuştur.
2012 yılında cezaevlerinde tutulan mahpusların sayısı artmaya devam etmiştir. 31 Mayıs 2012 itibariyle cezaevlerindeki mahpus sayısı 125. 100 dür. Mahpusların 35. 432 tutuklu, 89. 668 hükmen tutuklu ve hükümlüdür. 16. 06. 2012 tarihinde Şanlıurfa E Tipi Kapalı Cezaevi’nde çıkan yangın sonucu 13 mahpusun ölmesi ve 5’nin de yaralanması aşırı doluluğun bir sonucudur. Her ne kadar 5 Temmuz 2012 tarihinde yürürlüğe giren 3. Yargı Paketinden sonra mahpus sayısında bir azalma olduysa da o tarihten bu yana yine eski seviyesine ulaştığını düşünmekteyiz. Çocuk mahpusların sayısı 2091’dir. Bunların 1688 tutuklu, 403’ü hükümlüdür. Cezaevlerinde 253 mahpus ağır hastalıkları nedeni ile tahliye edilmeyi beklemekte, ancak tahliye edilmemektedir.
12 Eylül 2012’de Kürt siyasi mahpus tarafından tecridin kaldırılması, anadilinde eğitim ve savunma gibi talepler için başlatılan ve Ekim 2012 sonu itibarı ile 780 mahpusun devam ettirdiği süresiz ve dönüşümsüz açlık grevinin ölümlere yol açmadan 67. gününde Abdullah Öcalan’ın çağrısı ile sonlandırılması sevindirici olmakla birlikte yetkililerin mahpusların yaşamlarını koruma yükümlülüklerini yerine getirmede gösterdiği isteksizlik ve duyarsızlık kaygı verici olmuştur.
Basın Özgürlüğü alanında yaşanan ihlaller 2012’de daha da artmıştır. Halen tutuklu olan gazeteci sayısı75’dir. Yayını durdurulan gazete ve dergi sayısı ise tespitlerimize göre 17’dir. Ayrıca 564 adet yayına (kitap, takvim, afiş, broşür, poster) el konmuştur. Erişime engellenen web sitesi ise sayısı 22536’dır.
2012 yılında ifade özgürlüğü kapsamında 301 kişi hakkında toplam 908 yıl 2 ay 8 gün hapis cezası verilmiştir. 1088 kişinin ise yıl içinde yargılanması devam etmiştir. 5 kişiye toplam 43780 TL para cezası verilmiş olup 50 kişinin yargılanması ise 3. yargı paketi uyarınca ertelenmiştir. Maalesef İfade Özgürlüğü alanında hiçbir iyileştirici adım atılmamıştır. Türk Ceza Kanunu’nun da (TCK) en az 15 maddede düşünceyi ifade özgürlüğünü kısıtlayan ve cezalandıran hükümler bulunmaktadır. Bunun yanı sıra Terörle Mücadele Kanunu başta olmak üzere birçok kanunda ifade özgürlüğünü sınırlayıp cezalandıran hükümler bulunmaktadır.
İnsan hakları savunucularının üzerindeki baskılar 2012 yılında da devam etmiştir. İHD MYK üyeleri Muharrem Erbey, Osman İşçi ve Ali Tanrıverdi’nin de aralarında olduğu 15 İHD yöneticisi tutuklu bulunmaktadır.
2012 yılında adil yargılanma hakkı ihlalleri devam etmiştir. 2012 yılında CMK 250-251-252. Maddelerle görevli ve yetkili ağır ceza mahkemelerinin kamuoyunun tepkisi ile kapatılması karşısında, bunların yerine toplam 11 bölgede TMK 10. Madde ile görevli ve yetkili ağır ceza mahkemelerinin kurulması adil yargılanma önündeki en büyük engeli oluşturmaya devam etmektedir. Bunun yanı sıra Ceza Muhakemesi Kanunundaki kolay tutuklama sebeplerinin varlığı, gizli tanıklıkla ilgili hükümler, telefon dinleme ve teknik takip uygulamaları, düşünceyi ifade özgürlüğü önündeki engeller ve adli kolluğun bulunmayışı, anadilde savunma yapılmamasını adil yargılanma hakkı önündeki önemli engeller olarak sıralayabiliriz.
KCK operasyonlarıyla yürütülen siyasi, hukuki ve idari baskı devam etmekte, uzun tutukluluk süreleri göze çarpmaktadır. 2012 yılının ilk 11 ayında bu kapsamda 2194 kişi gözaltına alınırken 912 kişi tutuklanmıştır. Bu sayılar geçen yıl 2047 gözaltı, 836 tutuklama şeklinde olmuştur.
Türkiye kadına yönelik ayrımcılık ve şiddetin çok yoğun olduğu bir ülke olma özelliğini korumaktadır. İHD’nin verilerine göre 2012 yılının ilk 10 ayında toplam 216 kadın öldürülmüş, 96 kadın yaralı olarak kurtulmuş ve 519 kadın şiddet, taciz ve tecavüze maruz kalmıştır.
Hukuk sisteminin halen cinsiyetçi öğelerden arındırılamamış olması, yargı ve kolluk güçlerinin uygulamalarında kadına, erkek egemen kimliğin ötekileştirici bakışıyla bakmaları ülkemizi kadınlar için yaşanması zor bir ülke haline getirmektedir.
Ayrıca ülkede heteroseksüelliği mutlaklaştıran erkek egemen zihniyet karşısında farklı cinsel yönelimi olanlar ayrımcılığa, nefret içerikli saldırı ve şiddete maruz kalmaktadırlar. 2012 yılın ilk 11 ayında nefret cinayetleri sonucu en az 8 trans, 1 gay birey yaşamını yitirmiştir.
İşyerlerinde sağlık ve iş güvenliği açısından etkin denetim mekanizmalarının işletilememesi nedeniyle her geçen gün iş kazaları ve meslek hastalıkları artmakta işçilerin sağlıklı yaşam hakları ellerinden alınmaktadır. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi'nin raporuna göre 2012 yılının ilk 11 ayında tüm iş alanlarında iş kazaları/cinayetleri sonucu en az 815 işçi yaşamını yitirdi, 3184 işçi de yaralandı.
Bir geçiş ülkesi olan Türkiye’de 2012 yılında da sığınmacıların işkence ve kötü muamele yasağı ve yaşam hakkı ihlallerine maruz kaldıkları görülmektedir. İnsan ticareti yapan kaçakçıların güvensiz araçlar ile gerçekleştirdikleri geçişler sırasında toplu ölümler gerçekleşmiştir. 2012 Eylül’ünde İzmir'in Menderes ilçesi Ahmetbeyli Köyü sahillerinde çoğunluğu kadın ve çocuk olan 63 mülteci boğularak yaşamını yitirmiştir. Ayrıca ülkelerine geri gönderilmek üzere özgürlüklerinden mahrum bırakılan göçmenlerin tutulduğu alıkonma merkezlerinde de ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Kötü fiziki koşullara sahip bu merkezlerde sığınmacıların zorunlu ve insani ihtiyaçları karşılanamamaktadır. Geri gönderme merkezlerinin hukuki statüsünü düzenleyen bir yasa henüz çıkarılmamıştır. Suriye’deki iç savaştan kaçanlar için sınıra yakın yerlerde kurulmuş olan “mülteci kampları” insan hakları örgütlerinin ve bağımsız gözlemcilerin denetimine kapalıdır. Hükümet yetkilileri bu bağımsız kurumların ısrarlı başvurularını her defasında geri çevirerek bu yerleri şeffaf olmayan bir yöntemle yönetmeye devam etmektedir.
Dünyanın en çağdaş insan hakları belgesi 64 yılı geride bırakıp 65. Yılına girerken, ne Dünyada ne de Türkiye’de evrensel insan hakları değerlerini tümüyle yerleştirebilmek olanaklı değilmiş gibi görünse de, kişisel, siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel, dayanışma ve topluluk hakları için mücadele eden halkların, işçi ve emekçi sınıfının, ezilen, sömürülen ve ötekileştirilen kesimlerin ve bireylerin mücadelesi sürdükçe umutlarımız da sürecektir”.
Hopam.com'un notu: Okuduğunuz haber sitemize 11.12.2012 tarihinde Hayati Akbaş tarafından girilmiştir. Her ne kadar yayın ilkelerimiz doğrultusunda belli bir süzgeçten geçirmiş olsak da haberin yazım kurallarına ve etik teamüllere uygunluğu, içeriğinin doğruluğu ve tarafsızlığı Hopam.com tarafından garanti edilmemektedir. Bununla birlikte, haber metni veya ilgili diğer materyalleri kısmen ya da tamamen kopyalanması, yayımlanması, uyarlanması, çevirisinin yapılması, değiştirilmesi ve başka yayın organlarında paylaşılması söz konusu muhabirin iznine tabidir.
Önemli Notlar:
1. Hopam®.com sayfalarında yayınlanan yazılardaki fikirler, yorumlar ve görüşler, Hopa'da yaşayan insanları, Hopa'nın herhangi bir kamuya ait veya özel bölümünü ya da idari yapısını, herhangi bir etnik/politik gurubu, veya diğer ilgili hiçbir özel/tüzel kişiliğini hiçbir şekilde bağlamamaktadır.
2. Sitemiz rengini doğadan aldığından bünyesinde sürekli evrimsel bir değişim ve dönüşüm hali barındırır.
3. Sitede yayımlanan tüm içerik, kısmen ya da tamamen kopyalanarak başka bir yerde kaynak gösterilerek kullanılabilir. Bunun için gerekli ve yeterli koşul, söz konusu içeriği sitemize ekleyen kullanıcının bu doğrultuda izin vermiş olmasıdır.
4. Üyelerimizin, ekledikleri her türlü içerik hakkında sorumlu olduklarını varsaymaktayız. Takip et: @hopam
Tweetle