Avrasya'da Yeni Dengeler Ve Türkiye'nin Jeopolitik Hedefleri
Remzi Yılmaz
Politika - 01/12/2012







1940 yılının Kasım ayında A. Hitler ve J. Stalin "yeni bir dünya" stratejisi ile öne çıkmaya başlayan Amerika'nın yayılma hızını kesmek için gizlice görüştüler. Bu baş başa görüşmede ABD'nin Avrasya'dan dışlanması konusunda bir anlaşma söz konusu idi. Bunun nedeni ise açıktı. Avrasya'yı kontrol edenin dünyayı kontrol edeceği endişesiydi. Çünkü Avrasya o yılların ve ilerleyen yılların "dünya merkezi" idi. Amerika'nın gelişme stratejisi ve meydan okuyuşuna Avrasya'dan rakipler çıkmamalı idi. 2. Dünya Savaşı'ndan sonra tam 50 yıl boyunca Amerika hep bu alanda ciddi dönüşümler yaptı. Akıl almaz paralar harcadı. Yerel hükümetleri tehdit ederek, devlet ve rejimleri yıkacak yaptırımlar içinde oldu. ABD'nin küresel çıkarları istikametinde "işbirlikçi yönetimler" ve kadrolar oluşturuldu. Bütün bunları yaparken gerekçesi kitlelerin kulağına hoş gelen "demokrasi ve daha fazla özgürlük"tü. Bir zamanlar Eski Batı'nın yaptığı gibi şimdi de daha Batı'daki ABD, üstün teknoloji ve askeri güçle yeni sömürge alanları belirliyordu.

1989 yılında Sovyetler Birliği'nin dağılması ve Varşova Paktı'nın kağıt üzerinde kalması, ABD'ye hegomonik dünya siyaseti için müthiş bir alan yarattı. Bu durum Amerika için dünyanın başka alanlarında daha rahat ortamlar elde etmesinde büyük fırsatları da beraberinde getirdi. Artık "burnunun sürtülmesi" gerekenlere daha fazla güç ve zaman ayırabilecekti. Gerçekten de, 1991 yılında ABD'nin eski dışişleri bakanı Henry Kissinger; "Rusya ile olan Soğuk Savaşımız sona ermiştir. Bundan sonraki Soğuk Savaşımız İslam Dünyası ile olacaktır" diyerek, ABD'nin yeni jeopolitik ilgi alanlarının yönünü ve sınırlarını tayin etmiştir. İşte tam bu yıllarda dünya hegomanyasına giden ABD'nin küresel düşleri reel politikalara dönüşmeye başlamıştı. Bu, dünya için yeni bir milad oluyordu.

Bu bağlamda; ABD'nin ilk hedefi İslam'ı dönüştürmek ve bu yolla Müslüman topluluklar arasındaki birliği yok ederek ayrışma ve çatışma grupları yaratmaktı. Burada ABD'nin başarısız olduğu söylenemez. Tarikat yapılanmaları ve mezhepler üzerinden bu emellerine ulaştılar. Radikal İslam, Fundamentalist (Eylemci-Terör) İslam, arasından "Ilımlı İslam" argümanları ne acıdır ki CIA ve Pentagon laboratuarlarında icat edilen yeni kavramlar olarak önümüze kondu. ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Matt Bryza, "Türkiye'de yeni bir din inşa etme" çalışmalarını yürütürken, Yahudi'ye hoşgörü İran'a ve devrimine düşmanlık ilkeleri en önemli tezleri idi. Yazık ki, bu operasyona Türk Diyaneti de alet olmuştur. Türk Diyaneti temsilcisi Pentagon'a davet edilmiştir. Acaba Pentagon'da hangi stratejiyi görüşeceklerdi? İkiz Kulelerin vurulmasından hemen sonra Batı için, sözüm ona yeni bir öcü, yeni bir düşman profili çizilip dünya kamuoyuna sunuldu. Gerekçe gayet basit ve algılanabilirdi: "İslam ve onun temsilcileri Batı'nın düşmanıydı". Çünkü bir zamanlar, Endülüs ve Osmanlı'nın cihat ve fetih dalgası Batı'yı ciddi şekilde sarsmıştı. Avrupa, Batı Hun İmparatorluğu Atilla'nın şokunu üzerinden atamadan bir yenisiyle yüzleşiyordu.

Bu bakışın geleneksel ve politik psikolojiye dayanan nedenleri, elbette çok eski asırlara dayanan hastalık derecesinde bir haldir. Bunun üç önemli kırılma noktası vardır. Birincisi, 1071 Malazgirt Zaferi ile Türk'e Anadolu'nun tekrar açılmasıdır. İkincisi ise 1453 Doğu Roma-Bizans'ın Fethi'dir. Diğeri ise Viyana Kuşatması ki, Endülüs'ten sonra Batı'yı bir kez daha tatlı uykusundan uyandıran olaylardır. Geçen yüzyılın "Türk Mucizesi" Çanakkale Zaferi ve arkasından İstiklal Harbi yine Batı'yı travmaya iten önemli dönüm hadiseleridir. Bu yüzden Batı içinde bulunduğu bu psikolojik durumdan kendisini kurtaramadıkça, Doğu'ya yani Türk'e ve İslam'a bakışını değiştirmedikçe, Avrasya'da barış ve huzurun temini kolay olmayacaktır. Zira onların kafasında "Şark Sorunu" Türk'ün Anadolu'ya girişi ile başlamıştır. Önceleri doğuda çekilen setler artık batıda da Türk gücünün önünü kesmek için yükseliyordu. Türk'ün Adriatik'ten Çin Seddi'ne kadarki siyasi ve fiziki varlığı Batı'yı endişelendirmektedir. Hoş, Doğu da bundan çok memnun değildir. 1990'larda yeni Türk Cumhuriyetlerine olan ilgimiz ve izlediğimiz siyasetimiz Çin'i rahatsız etmiş olmalı ki, BM'nin oturumunda Türkiye'den şikayetçi olmuştur.

1997'deki 28 Şubat süreci Türkiye'nin ABD karşısında "tam kırılma" noktasıdır. Batı Çalışma Grubu, ülkemizde milliyetçi, vatansever ve de temiz dindar 6. 5 milyon insanımızı potansiyel suçlu görüp fişlemiştir. Onların bu yetkiyi ve tasarrufu nereden aldığı merak konusudur. Şu anda görülmekte olan Ergenekon Davası'nın savcıları bu grubun mensuplarının ifadelerine neden başvuramıyor? Türkiye bu süreci özgürce tartışmadıkça gerekli olan dersleri çıkaramayacaktır. 2007'nin başlarında başlayan Ergenekon süreci tıpkı 28 Şubat süreci gibi Türkiye'de yükselen Anti-Emperyalist ve Anti-Amerikan gelişmelere karşı kitleleri sindirmek, gözdağı vermek için geliştirilmiş psikolojik harp unsurlarını da kapsayan yeni kuşatma senaryolarından biri olarak düşünce sınırlarımızı zorlamaktadır.

11 Eylül 2001'de New York'ta İkiz Kulelerin vurulmasından hemen sonra Başkan Bush yeni bir Haçlı ordusunun komutanı edasıyla, "tüm İslam ülkelerini (Müslümanları) terörist ilan ederek, Hıristiyan dünyasının Haçlı Seferberliğini açıkça dile getirdi. " Bütün bu düzmece senaryolar 3. bin yılda, İslam'ın ve dolayısıyla Türkiye'nin önünü daraltmak içindir. 28 Şubat sürecinde ülkemize zorla yeni bir misyon ve vizyon tayin edilerek, Anglo-Sakson Yahudi çizgisine taşınarak, ABD-İngiltere-İsrail üçgeninde yeni bir yol verilmeye çalışıldı. Bu "eksen kayması" dış politikamızda ufkumuzu daraltmıştır. Bugün ülkemizde hükümet eden parti, işte bu gayretlerin ve senaryoların ürünüdür. Kendi milli taleplerimiz ve siyasi dinamiklerimizin asla bir yansıması değildir. 2003 Kasımından bugüne, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin tüm kırmızı çizgileri ve Ulus Devlet yapısı, devletin kurucu iradesi, psikolojik harp usulleri ile müthiş bir bombardıman altına alınmıştır. Yüce Türk milletinin ve Cumhuriyetimizin "olmazsa olmazları" ile adeta alay edilmiştir. Güya stratejik ortağımız ABD, Türk Silahlı Kuvvetleri üzerinde alenen küçük düşürücü operasyonlara kalkışmıştır. Varlığımızın, bağımsız ve egemen yaşama arzumuzun yegane teminatı olan Türk ordusu, halkımızın gözünde ve dünya kamuoyunda yıpratılmaya çalışılmaktadır. Ancak, bütün bu çirkin davranışlar sorumlu mevkilerce hafızalara kayıt edilmiştir ve tarihin ince ayrıntılarına "not düşülmüştür" kanaat ve iyimserliğini de taşımaktayız.

Şubat 2009'da resmen göreve başlayan B. H. Obama ilk dış ziyaretini, Türkiye'ye yaptı. 6 Nisan'da Milli Meclisimizde yaptığı konuşma, Türkiye için imalar ve tehdit unsurları ile dolu iken meclisin yarısı tarafından ayakta alkışlandır. Hükümet mensubu bazı vekiller ve bakanlar neredeyse Obama'yı omuzlayıp uğurlayacaktı. Emirlere "başüstüne" dendi ve Başkan Obama, İsrail-Irak-Mısır ve Pakistan ziyaretlerini tamamladı. Küçük "Şark Kurnazlığı" içinde İslam'a şirin görünme gayretleri çocukların bile gözünden kaçmadı. Bütün bu ziyaretler, önümüzdeki 5 yıl içinde ABD'nin Atlantik ötesi politikalarının, yine İslam coğrafyasında daha nice kanların dökülmesine sebep olacağının ve gözyaşlarının dinmeyeceğinin ipuçlarını diplomatik çevrelere vermiştir. Aslında ABD Ortadoğu'da hiçbir gölgesel sorunu çözemediği gibi, daha büyük sorunlarla ve çok bilinmeyenli denklemlerle insanları karşı karşıya bırakmıştır.

Bu açından bakıldığı zaman haftalardır adına "Kürt açılımı", "Demokratik Açılım", "A. Öcalan'ın Yeni Yol Haritası" gibi siyasi zorlamalar ve dayatmaların hangi karanlık mahfillerde pişirilip servis edildiği gerçeğini gayet açıkça görebiliyoruz. ABD Başkanı Obama, Ankara'da; Güneydoğu Sorunu, Ermeni Sorunu ve Ruhban Okulu'nun açılması yönündeki taleplerini dile getirmiştir. Sayın Cumhurbaşkanımız A. Gül, Ermeni sorunu ile alakadar olurken, Başbakanımız "Kürt Kulvarı"nda daha çok mesai harcamaya başladılar. Hiç şüphe yok ki, Kürt Açılımı'nın ilk ayağı Kuzey Irak ve Irak Merkezi Hükümeti'nin elini güçlendirmek için yapılan yeni bölgesel ataklar ve taktik değişikliklerdendir. Aniden PKK kartını elinden çıkaran ABD, bölgesel kontrol gücünü Türkiye'ye verecektir. Böylesi bir misyon üstlenme veya Ortadoğu ve Kafkasya'da yeniden rol almak, hariciye, askeriye, bilim ve siyaset çevrelerinde rasyonel bir biçimde halkın önünde tartışılmalıdır. Günü birlik "oldu bitti"ler, ilerleyen yıllarda maddi ve manevi çöküntüleri de beraberinde getirebilir.

Bütün bu gelişmeler olurken, Türkiye kendi jeo-stratejik kavramlarını destekleyecek yeni söylem ve argümanları geliştirebilmelidir. Başkalarının geliştirdiği kavramlar, bu kavramları geliştirenlerin çıkarları doğrultusundadır. İlkelerini ve hedeflerini kendimizin koymadığı oyunlarda, milli çıkarlarımızı gözetmek ya da galip gelme fırsatı şansa bırakılmış demektir. Kafkasya, Ortadoğu, Balkanlar üçgeninde "bölgesel güç" olmak istiyorsak her şeyden önce büyük bir ekonomiye ihtiyaç vardır. Bu aynı zamanda, milli bekamızın vazgeçilmez şartıdır. Bugün emperyal devletler ve küresel güçler çeşitli ulusların içlerinde tarihsel olarak varola gelen "etnik yapılar" üzerinden yeni "kimlik" tartışmaları yaratma çabası içindedirler. Aslında bu yöntemin asla barışçıl bir yanı olmadığı gibi, dünya barışını tehdit edecek korkuları da taşımaktadır. Zenginlerin böyle bir yolu seçmesi insanlık için bir cinayettir. Ahlaki değerleri ve insanlık erdemlerini hiçe sayan bu yol, modern Batı'nın ve küresel ağanın büyük ayıbıdır. Dünyadaki zenginlikleri ve enerji varlıklarını hiç kimseyle paylaşmama doktrini veya küresel terminoloji, ABD'yi ilkel çağlara, barbarlığa tekrar geri döndürmektir.

Saygılarımla,

Remzi Yılmaz

Petrol Mühendisi-Araştırmacı-Yazar

comments powered by Disqus

Hopam.com'un notu: Okuduğunuz köşe yazısı sitemize 01.12.2012 tarihinde Remzi Yılmaz tarafından girilmiştir. Metnin yazım kurallarına ve etik teamüllere uygunluğu, içeriğinin doğruluğu ve tarafsızlığı Hopam.com tarafından garanti edilmemektedir. Bununla birlikte, köşe yazısı metni veya ilgili diğer materyalleri kısmen ya da tamamen kopyalanması, yayımlanması, uyarlanması, çevirisinin yapılması, değiştirilmesi ve başka yayın organlarında paylaşılması söz konusu yazarın iznine tabidir.
Remzi Yılmaz Arşivi
 » Parlayan Yeni Yıldız, Karadeniz...
 » Çay Politikasına Küresel Bakış...
 » Hopa Ve Petrol Gerçeği...